Hepimiz aslında insanları anlamamaktan şikayet ediyoruz çoğu zaman. Yaptıklarına anlam veremiyoruz, söylediklerine inanamıyoruz bazen. Oysa kendimizi ne kadar anlıyoruz ki?.. Sonuçta yapmam dediklerimizi yaptığımız, sinirlenince kendimizi kaybettiğimiz, yepyeni bir olayla karşılaştığımızda verdiğimiz bambaşka bir tepki de bizi şaşırtıyor. Birini tanımaktan bahsediyoruz ya kendimizi de tanımıyoruz aslında.
Ilımlı, olumlu, mutlu insan ne kadar bensem, aksi, lanet, sinirli insanda o kadar benim. Bütün hayvanlara ne kadar sevgiyle bakabiliyorsam, bir insana o kadar gıcık olabiliyorum. Bütün hayatımı adayabileceğim insanları bir kalemde silebiliyorum. Belki başkalarına göre çok büyük eksiklikleri umursamıyorken, yine başkalarına göre affedilebilecek hataları kendi mutsuzluğum pahasına affetmiyorum.
Bir gün bakıyorum hayat mucize kadar güzel. Bir gün cehennem gibi, anlamsız yaşamak. İki duyguyu da hissederken çok büyük şeyler olması da gerekmiyor ayrıca. Uyanmamla ilgili, bakmamla ilgili, ruhumla ilgili, kafamdaki benle ilgili. Bazen gerçekten kafamdakilere bir anlam veremiyorum. Sanki bir yabancı yaşıyor beynimde. Çoğu zaman benim, bazen bir yabancı alıyor kontrolü eline. Olumlu, olumsuz yönetiyor düşüncelerimi. Ne ılımlılığım kalıyor, ne adam sendeciliğim. Bazen de ne adanmışlığım kalıyor, ne prensiplerim. Hatta tecrübeler, hayat penceresi, güneşle gelen mutluluk... Her zaman kendini göstermediği için mi tanımıyorum onu? Bir süre kalıp gittiğinde unutuyor muyum sormam gereken sorularımı? Bu yabancı ne kadar bensem, o kadar yabancı. Ne kadar yabancıysa da o kadar benim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder