25 Ocak 2012 Çarşamba

AYRILIK DURUMU PSİKOZLARI

     O kadar uzaklaşmasaydı keşke diye düşündü kız. Hani ayrıldık tamam da, böyle kopmak niye? Yine de görüşebilirdik. Hayatında başkaları da olacak tabi!.. Onun iyi haberlerini almak benim için de iyi bir şey! İnsan sevdiğinin iyi olmasını istemez mi hiç?

     İşte anlanamayan aptal aşık, saf kız görüntüsü diye düşündü içindeki kızgın kadın. Ölse acaba rahatlar mıyım? Yoksa cesedinin üstünde  de tepinmem gerekiyor mu tekrar mutlu olmam için? Bir de mutluluğunu görmenin mutluluğu zırvalarını çekiyorum. Kırsam döksem camı çerçeveyi kendime zarar. Gidip kafasını yarsam bir baltayla -adam yerine koyarlar o soysuzu- hapse girsem yıllarıma zarar. Kendi kendine de geçecek gibi değil ki!.. Öfke nasıl da çaresizleştiriyor insanı. Çaresizleştikçe daha da çok öfkeleniyorum.

     Ne saçmalıyorsunuz kuzum siz dedi umursamaz olanı. Bu dünyada ki tek insan değil ya. Hayatımdaki ne ilk, ne son insan o. Giden gider, kalan sağlar bizimdir. Bir süre başka şeylerle oyalanırım, daha çok çalışırım mesela. İhmal ettiğim arkadaşlarımla görüşürüm. Bol bol film izlerim, kitap okurum. Tabi başta biraz boşluk hissedeceğim ama insan nelere alışmıyor ki? Dünyanın sonu benim öldüğüm gün. O zamana kadar da öyle kimse için ölümüne yıkılacak değilim. Biraz dedikodu, biraz tatil, biraz fazla mesainin çözemeyeceği hiçbir sorun yoktur. Bugün var sadece. Geçmişte gelecekte önemsiz. Yolumuza devam edelim.

     Hayatta kime güvenilir tam olarak. Hani mutluyduk, seviyorduk. İnsanlar ne kadar kolay yalan söylüyorlar. Kendi inanmadıkları sözleri nasıl bu kadar kolay sarfedebiliyorlar. Nasıl sırtlarını dönüp gidebiliyorlar. Şimdi nasıl başlayacağım tekrar? Nasıl birine duygularımı açacağım? Tekrar deneyecek gücü nereden bulacağım artık. Herkes benim gözümde potansiyel yalancı olmuşken, yalnız bir hayatı mı seçmeliyim acaba? Ne için çalışmalarımız, kim için? Dünya ne kadar mutsuz bir yer. İnsanlar ne kadar da egoist. Yaşamanın ne anlamı var böyle bir dünya da diyordu umutsuz kadın.

     Aslında kime kızıyorum? Kim izin verdi kırılmama, yapayalnız bırakılmama? Ne zaman yalnız olmadığıma ikna oldum? Kim izin verdi yıllarımı çalmasına diyordu kendinden başka suçlu bulamayanı... Bu kadar değer verirken; hiç mi düşünmedin kendini değersizleştireceğini? Kimi suçlayabilirsin şimdi? Herkes senin gibi salak mı, ağzından çıkan söz senet mi milletin senin gibi? Hiç dövünme şimdi. Bundan sonra aklını başına topla, kır dizini otur aşağı...

     Ve her yıkılış yeni bir başlangıç fırsatı değil miydi? Yeniden düzene koymak duygularını, tekrar hayata sarılmak. Hatalarından büyüdüğünü, daha da olgunlaştığını anlayarak, daha bir risklere açık. Hiçbir şeyin garantisinin olmadığı nı bir kez daha anladığın için daha korkusuz. Kaybederken aslında kaybedenin sadece sen olmadığını bilerek. Güzel anılarla güçlü, kötü her şeyi silerek. Hayatın bir fotoğraf albümü olduğunu düşünerek. Her fotoğrafta farklı bir pozla yaşayarak. Mutlu olmaktan asla vazgeçmeden -ki gülümserken hatırlanarak öldüğünde de-...

     Aslolan sensin. Sen yokken neyin önemi olabilir ki senin için?..

16 Ocak 2012 Pazartesi

FIRTINA

     Şu an milyonlarca şey yazabilirim hissettiklerime karşı. Oysa kelimelerin hiçbiri anlatamaz düşündüklerimi. Milyonlarca cümle sıralarım ardı ardına. Konuşma özürlü değilim ne de olsa. Ki severim de yeri geldiğinde çok konuşmayı da, boş konuşmayı da. Şu anda değil. Tek bir şey ki en başında da söylerim bir insanı yeni tanıdığıda, en sonunda da... Oysa pek ciddiye alınmam başında konuştuklarımda. Palavra gibi gelir insanlara. Çok kolay harcarım insanları ben. Öyle bilindik şeylerden hemde. Bir kere uyarırım ama dinlenmek önemlidir çünkü benim için. Ha dinlersin, dinlemezsin senin seçimindir. Çok da dalga geçerim hayatla o ayrı. Ama eğer ben kalleşlikten bahsediyorsam ciddiyimdir. Sırtından vurmaktan bir insanı. Daha vurmadım kimseyi sırtından, vurursam da Allah belamı versin. Ama biri beni sırtımdan vurursa, arkamdan iş çevirirse silerim onu kendime rağmen. Büyük duygularıma rağmen. Bütün dünyadan ayırdığım, yeni bir dünya yaratıp bütün ömrümü adadığım., yeni bir ben yarattığım insana rağmen... Tek bir kalleşlik yeter. Gerisi ömrüme de mal olsa o hayat bende biter. Hiç yaşanmamış, anlamlanmamış bir kül olur sadece. Bir rüzgara bakar dağılması için hayatımdan ki benim hayatımda fırtınalar hüküm sürer.

DENEME

       Lapa lapa yağan karın yollara, ağaçlara, arabalara bıraktığı beyaz tabaka sıcacık evlerinde, yanan ocaklarında pişirdikleri bir fincan kahveyi camın önünde içerek dışarıyı izleyen biri için huzurlu bir duyguyken; bir göz oadalı derme çatma evinde temizlikten kazandığı üç beş kuruşla iki minik çocuğuna piknik tüpünün üzerinde kaynakttığı suya bir soğan iki patates atarak hem karınlarını doyuracak çorba yaparken, hem de çatısız, tahta kapısının, tahta pencerelerinin aralıklarından içeri dolan soğuğu bir dem olsun kırmak için çaresizce battaniyenin altında oturan çocuklarına bakan bir annenin korkusunun aynı manzarada bu kadar zıt duygular yaratması dünyanın kimileri için ne kadar mutlu, kimileri için nasıl bir cehennem olduğunu açıklar mı acaba?

     O yetinmeyi bilmeyen egolarımızla nasıl bu kadar bencil yaşıyor ve sürekli şikayet ediyoruz şaşırıyorum. Nasıl utanmadan kendimizden düşük insanları görüp halimize şükredecek kadar bencil, har vurup harman  savuran insanlara bakıp çaktırmadan kıskanarak kınayacak kadar ikiyüzlü olabiliyoruz. Aynaya bakmadan herkeste bir eğrilik, birçirkinlik buluyoruz. Dün yaptığımız haksızlığa bakmadan bugün haksızlığa uğradık diye dövünüyoruz.

     Sen köle benden daha kralsın benim gözümde. Senin sorumluluğun sadece kendine karşı. Bir ülke yönetiyorum ben karnım tok sırtım pek diye düşünme. Binlerce insanın dirliği düzelliği, sonra benim tahtıma göz diken melunların entrikaları. Uyku uyuyamıyorum kuş tüyü yataklarda. Keşke tek derdim açlığım olsa...

     Sevginin güvenli kollarından daha sıcak ve daha huzurlu bir uyku olabilir mi bu dünyada? Geri kalan herşey boş bir palavra.

4 Ocak 2012 Çarşamba

KAHVE ARASI

     Bir kahve arası veriyorum bazen. Kendime ait bir onbeş dakika. O sırada kendimle ilgili, işle ilgili, başka herhangi biriyle ilgili düşünmeden, konuşmadan... Bir yazı okuyorum, haber sayfalarına bakıyorum, takip ettiğim bir siteye giriyorum... Bir kahve arası dinlendirici hayattan koparılmış bir zaman dilimi. Hayatımız iş olmuşken; hayat bizden koparılmışken bir an çalıyoruz hayattan işte. Bir kahve arası kadar.

     Hayatı adamak bir şeye. Kimisi işine, kimisi eşine, kimisi çocuğuna adıyor ya hani. Kimisi bilime, kimisi okumaya vs... Neden?.. Adanmadan yaşamak mümkün değil mi? Hepsine zaman ayırarak ama kendini arada harcamadan. Yaradılış meselesi. İstediğin kadar sorumsuzluklardan şikayet et, sorumlu bir insansan öyle kalırsın. İstediğin kadar sevdiklerinden darbe ye, sevmeye devam edersin. İstediğin kadar kazıklan çalışırken, kendi işin gibi çalışırsın. Eğer adanmış bir insansan sen yaradılıştan itibaren değişemezsin. Oysa adanmış bir insan değilsen, sorumluluk hissetmediysen kimseye karşı hayatında sürekli, birilerinin yanında ölene kadar olma fikrini düşünmeye bile gerek görmeden kabul etmediysen bir kere bile; bir anlık etki alanına girdiğin için büyük sözler verme sakın. Hem sorumsuzluğun baki kalır, hem de kalleş olursun...