Lapa lapa yağan karın yollara, ağaçlara, arabalara bıraktığı beyaz tabaka sıcacık evlerinde, yanan ocaklarında pişirdikleri bir fincan kahveyi camın önünde içerek dışarıyı izleyen biri için huzurlu bir duyguyken; bir göz oadalı derme çatma evinde temizlikten kazandığı üç beş kuruşla iki minik çocuğuna piknik tüpünün üzerinde kaynakttığı suya bir soğan iki patates atarak hem karınlarını doyuracak çorba yaparken, hem de çatısız, tahta kapısının, tahta pencerelerinin aralıklarından içeri dolan soğuğu bir dem olsun kırmak için çaresizce battaniyenin altında oturan çocuklarına bakan bir annenin korkusunun aynı manzarada bu kadar zıt duygular yaratması dünyanın kimileri için ne kadar mutlu, kimileri için nasıl bir cehennem olduğunu açıklar mı acaba?
O yetinmeyi bilmeyen egolarımızla nasıl bu kadar bencil yaşıyor ve sürekli şikayet ediyoruz şaşırıyorum. Nasıl utanmadan kendimizden düşük insanları görüp halimize şükredecek kadar bencil, har vurup harman savuran insanlara bakıp çaktırmadan kıskanarak kınayacak kadar ikiyüzlü olabiliyoruz. Aynaya bakmadan herkeste bir eğrilik, birçirkinlik buluyoruz. Dün yaptığımız haksızlığa bakmadan bugün haksızlığa uğradık diye dövünüyoruz.
Sen köle benden daha kralsın benim gözümde. Senin sorumluluğun sadece kendine karşı. Bir ülke yönetiyorum ben karnım tok sırtım pek diye düşünme. Binlerce insanın dirliği düzelliği, sonra benim tahtıma göz diken melunların entrikaları. Uyku uyuyamıyorum kuş tüyü yataklarda. Keşke tek derdim açlığım olsa...
Sevginin güvenli kollarından daha sıcak ve daha huzurlu bir uyku olabilir mi bu dünyada? Geri kalan herşey boş bir palavra.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder