İnsanların yaptığı ya da yapmadığı şeyler için, gelecekte başka bir konuda karşımıza çıkar mı boyun eğişlerimiz?Bugün kabullendiğimiz küçücük bir hata, bir umursamzlık, bir bencillik sonraki günlerde karşılaşacaklarımızın teminatı mıdır? Şimdi ki hislerimizle görmezden gelebildiklerimiz, üstünde durmadıklarımız, batar mı ki zaman geçtikçe, alışkanlığa dönüştükçe? Ya da alışkanlığa dönüşmek ne demektir.? Belirsiz bir gelecek için, bilinçsizce mi riske giriyoruz acaba? Ya sonra...diyerek verdiğimiz farklı bir kararın sonucundan nasıl emin olabiliriz peki? Sanırım tek bir çözüm var. Yüreğinin sesini dinlemek ve riske girmek. Herkesten çok kendine güvenmek. Yarın karşılaşakların hangi sonuç olursa olsun başedebilmek. Hayatta yaptığımız bütün seçimler bir risk değil mi zaten? Her seçim başka bir kayıp, her kayıp bir kazanım, her adım yeni bir başlangıç... Korkmamak lazım galiba!..
26 Aralık 2011 Pazartesi
14 Aralık 2011 Çarşamba
DOĞMAK VE AİT OLMAK
Hiç sevmedim doğumgünlerimi. Hiç kutlamak istemediğim gibi, bilinçli olarak da bir kere kutladım. O da ilkokul zamanlarıydı. Bir kaç okul arkadaşımı çağırmıştım. Ot gibi oturup, annemin yaptığı turtayı yemiştik. Sonra herkes evine dağılırken bir arkadaşımı evine kadar ben götürmüştüm. Yakındı evi zaten. Giderkende deli gibi yağmur yağmıştı. Sıçana dönmüştüm. Yani bu şimdi sempatik bir doğumgünü müydü? Bence saçmalıktı. Hayatımın en sıkıcı günüydü. Belki de bu salak anı yüzünden, belki de yaşlanmanın neden kutlandığını mantıken anlayamadığımdan sevemedim doğumgünlerimi. İnsanların kutlamalarından da hep sıkıldım, bunaldım, hoşlanmadım.
Geçtiğimiz Cumartesi günü benim doğumgünüm kutlandı kuzenimin evinde. Kuzen parti yapmaya karar verdim, ne zamandır kuzenler bir araya gelmiyoruz dedi. Haklıydı. Ya insanın hiç mi aklına gelmez. Vallahi gelmedi. Gerçekten sürpriz doğumgünü oldu yani. Daha da sürpriz olanıysa aşkımın bana pırlanta takarak, kuzenlerimin arasında evlenme teklif etmesiydi. Yaa ben açıkcası doğumgünümde bekliyordum bir teklif yalan söyleyemem ama hem doğumgünümden birkaç gün önce, hem de kalabalık bir ortamda beklemiyordum. Hayatımın en mutlu günü, en güzel doğumgünüydü. Belki de beni doğumgünümle barıştıran bir gün bile olabilir.
Yüzük, teklif, parti... Ben ne çok ahkam kesiyormuşum ya. Hiçbirinin önemi yok önemli olan birarada olmak, sevmek, sevilmek falan fişman... Yok böyle bir şey. Böyle bir an yok. Bilsen bile, bin kez hayal etsen bile, her ayrıntısını kafanda tasarlasan bile, uzun süreli birlikteliklerde her şey rutine girse bile o an başka birşeymiş. Benim bu dünyada öğreneceğim daha çok duygu varmış. Henüz herşey bitmemiş.
Bazı anlar ne kadar da değerli. Bazı anlarda aldığımız hediyeler ne kadar da değerli. Belki bundan sonraki ömrümde çok daha büyük armağanlar alacağım ama hiç biri bu kadar değerli olmayacak. Şimdi yüzüğüme bakıyorum ve ait olduğumu hissediyorum. İçimdeki feminist çok şaşkın. Sen kendini prangalatacak biri değilsin, ait olmak ne demek diyor. Duymamazlıktan geliyorum. Çok mutluyum ben ait olmaktan. Çünkü o da bana ait. Bunu biliyorum.
Geçtiğimiz Cumartesi günü benim doğumgünüm kutlandı kuzenimin evinde. Kuzen parti yapmaya karar verdim, ne zamandır kuzenler bir araya gelmiyoruz dedi. Haklıydı. Ya insanın hiç mi aklına gelmez. Vallahi gelmedi. Gerçekten sürpriz doğumgünü oldu yani. Daha da sürpriz olanıysa aşkımın bana pırlanta takarak, kuzenlerimin arasında evlenme teklif etmesiydi. Yaa ben açıkcası doğumgünümde bekliyordum bir teklif yalan söyleyemem ama hem doğumgünümden birkaç gün önce, hem de kalabalık bir ortamda beklemiyordum. Hayatımın en mutlu günü, en güzel doğumgünüydü. Belki de beni doğumgünümle barıştıran bir gün bile olabilir.
Yüzük, teklif, parti... Ben ne çok ahkam kesiyormuşum ya. Hiçbirinin önemi yok önemli olan birarada olmak, sevmek, sevilmek falan fişman... Yok böyle bir şey. Böyle bir an yok. Bilsen bile, bin kez hayal etsen bile, her ayrıntısını kafanda tasarlasan bile, uzun süreli birlikteliklerde her şey rutine girse bile o an başka birşeymiş. Benim bu dünyada öğreneceğim daha çok duygu varmış. Henüz herşey bitmemiş.
Bazı anlar ne kadar da değerli. Bazı anlarda aldığımız hediyeler ne kadar da değerli. Belki bundan sonraki ömrümde çok daha büyük armağanlar alacağım ama hiç biri bu kadar değerli olmayacak. Şimdi yüzüğüme bakıyorum ve ait olduğumu hissediyorum. İçimdeki feminist çok şaşkın. Sen kendini prangalatacak biri değilsin, ait olmak ne demek diyor. Duymamazlıktan geliyorum. Çok mutluyum ben ait olmaktan. Çünkü o da bana ait. Bunu biliyorum.
6 Aralık 2011 Salı
KAFAMDA BİNLERCE DÜŞÜNCE
Ne kadar çok şey yapmak istersen o kadar az şey yapabilirsin. Önemli olan adım adım gitmek haytta. Önce bir hedef koy, gerçekleştir; sonra yeni bir hedef. Sıkı sıkı sarıl hedefine. Elinden geleni yap. Bütün enerjinle, bütün arzunla, bütün hırsınla iste ve çalış. Ama yoookkk... Elli şey birden düşünüp, hangisine kanalize olacağını şaşrp, hedefleri birbirine karıştırıp, bu kadar hedefin altından kalkamayıp, isteksizleşip, sonra da ben neden hiç bir şey başaramıyorum yaaa demektir insan olmak.
Yaratıcı insanlara bayılıyorum. Bilgili insanlara da... En az bir konu hakkında enine boyuna herşeyiyle konuya hakim olan insanlar var ya, ilginççç... Yok ben tek bir şeye kanalize olamıyorum. Tek bir şey düşünemiyorum. O yüzden de iş konusunda başarısızım. Allah tan öyle gözüm yükseklerde, hırslı biri değilim. Bunca başarısızlıktan sonra ölürdüm herhalde. Ya da sorun bu... Gözüm yükseklerde, hırslı biri olsam belki de başarılı olurum hayatta. Gözüm yükseklerde olmasa da mutlu değilim. Hep eksik bir şeyler ya. Bir şeyleri doyurucu şekilde yapamıyorum. Kariyer falan hırsı değil bu. Kaç senedir bu işin içindeyim. Neden hala işim konusunda tatminsizim ben ya. Olduğum konumda iyi olsamda benim olmam gereken konum bu değil kesinlikle. Acaba olmam gerektiğine inandığım konum için çaba harcıyor muyum? Hiç sanmıyorum.
İş konusunda kim tatmin olmuş ki ben olayım.
____o_____
Yolda yürürken de ilginç şeyler olmaz ya insanın hayatında. Gerçi yolda da yürüdüğüm yok, araba kullanmaktan ya... Gerçekten bu ara hayat olması gerektiğinden daha tek düze ve sıkıcı. Bir sürü insanhep aynı şey için yaşıyor. Her gün aynı şeyi yapıyor. Bir kısım insanda hep aynı şeyleri yapanları kınayarak farklı olma derdinde değişik işlerle, faaliyetlerle meşgul. Peki sonuç ne? Herkes yaşlanıyor. Bu doğru. Peki yaşlanmaktan yaşlanmaya da fark yok mu? Mutlu, değişik aktiviteler içinde, anılar biriktirerek, yeni yerler görüp, yeni insanlar tanıyarak, kalabalık ve neşeli ortamlarda yaşlanmakla; hergün aynı şeyi yaparak, dayatılmış bir hayatı yaşayarak, çoğu zaman ifadesiz, ne mutlu ne mutsuz, anlamsızca yaşlanmak arasındaki tek fark yüzündeki kırışıklıkların yerçekimine göre farklı eksenler oluşturması mı?
Ne yazık ki insan hayatının sonsuza kadar içinde olacak insanları seçemiyor. Kendi seçimlerimle baş köşeye oturttuğumuz insanlar konusunda bari seçici davranalım dimi? Hayatına birini bir şeylerden kaçmak, birine sığınmak, değişiklik yaratmak için sokanların hatası sadece kendi hayatı için değil malesef. Tanıdığımız insanlara kesinlikle dikkat etmemiz gerekiyor. Hayat bahçemizde çıkan yabani otlar gibi çünkü o yanlış seçimler. Kökünden söktüğümüzü sansakta her defasında yeniden bir yerlerden fışkırıyorlar. Bahçemiz ne kadar temiz kalabilir bilmiyorum hep yanlış rüzgarlarla geliyor o yabani tohumlar. Güneşi eksik etmediğimiz sürece sanırım bahçemizde temiz kalacak. Güneşsiz bahçeleri yüzünden birilerinin hayatımıza giren tohumları da her gözümüze çarptıklarında sökeceğiz çaresiz. Tekrar kafalarını uzatacaklarını bilsek bile...
_____o_____
Sarılmanın tadını bilir mi herkes? O kadar sahiplenici, sıcacık bir şey ki... Dokungan, acı bir tarafı da var mutlu ettiği kadar. Yanındayım demenin asıl yolu sarılmak. Sözlerin anlam barındırmadığı bir devirde yaşarken , birinin yanında olduğunu en güzel anlatabileceğin yol.
İnsan sıkılır mı sevilmekten, sevildiği sürece tabi. Yüz yıl geçse de sıkılır mı? Bilmiyorum. Bana sıkılmaz gibi geliyor. Oysa herkes sıkılınacağını söylüyor. Herkes bir gün biteceğini söylüyor her yoğun hissettiğin duygunun. Kimseyi sonsuza kadar sevmenin, çekmenin, katlanmanın mümkün olmadığını söylüyorlar. Doğru mu?..
Herkes hayatı bir kalıba sokmaya çalışıyor. Sanki her hareketin, her sözün, hep bakışın tek bir karşılığı var gibi. Bir sürü yazılar, testler, anketler, kişisel gelişim saçmalıkları. İnsana göre değişmez mi bakışın, gülüşün, sözün anlamı. Herkes için aynı olabilir mi? ''Eğer size şöyle söylediyse şöyle demek istiyor'' '' eğer böyle bir yere götürmediyse böyle düşünüyor hakkınızda'' rezaletleri. Kime göre , neye göre yaaa? Ben ne diyorsam o kardeşim. Öyle söyleyip, böyle falan demek istemiyorum. Böyle yapıyorsam, sen de benim için bunu yap anlamına da gelmiyor. Ben içimden geleni yaparım, içimden geliyorsa severim, içimden gelmiyorsa silerim, söverim arkasından, sonra da yüzüne söylerim. Anlamı o an ne yapıyorsam odur. Beni kitaplarla katagorize edemezsiniz. Benim duygularımı yaptığım hareketlerin karşılığında kitaplardan bakıp tahlil edemezsiniz. Benim sözlüğüm yok. Sözlüğe gerek de yok. Gayet açık ve net. Sevgiyse sevgi, nefretse nefret.
_____o_____
Sana söyleyeceklerimin sadece binde birini söyledim
Söylemeye çekindiğimden değil, şımarırsın diye değil
Anlatmak için yeterince gür bir sesim
yeterince kelime bilgim yok...
Büyük ihtimalle hiç de olmayacak
Sadece gözlerine bakarken küçük bir kıvılcım
farkedebilirsen hepsi bu
Onu da anlatamam zaten
Anlamanın tek yolu bana söylemek isteyipte söyleyemediklerindir
Tabi varsa
Yoksa da ne gür bir sese, ne de binlerce kelimeye yazık etmeye değmez...
Yaratıcı insanlara bayılıyorum. Bilgili insanlara da... En az bir konu hakkında enine boyuna herşeyiyle konuya hakim olan insanlar var ya, ilginççç... Yok ben tek bir şeye kanalize olamıyorum. Tek bir şey düşünemiyorum. O yüzden de iş konusunda başarısızım. Allah tan öyle gözüm yükseklerde, hırslı biri değilim. Bunca başarısızlıktan sonra ölürdüm herhalde. Ya da sorun bu... Gözüm yükseklerde, hırslı biri olsam belki de başarılı olurum hayatta. Gözüm yükseklerde olmasa da mutlu değilim. Hep eksik bir şeyler ya. Bir şeyleri doyurucu şekilde yapamıyorum. Kariyer falan hırsı değil bu. Kaç senedir bu işin içindeyim. Neden hala işim konusunda tatminsizim ben ya. Olduğum konumda iyi olsamda benim olmam gereken konum bu değil kesinlikle. Acaba olmam gerektiğine inandığım konum için çaba harcıyor muyum? Hiç sanmıyorum.
İş konusunda kim tatmin olmuş ki ben olayım.
____o_____
Yolda yürürken de ilginç şeyler olmaz ya insanın hayatında. Gerçi yolda da yürüdüğüm yok, araba kullanmaktan ya... Gerçekten bu ara hayat olması gerektiğinden daha tek düze ve sıkıcı. Bir sürü insanhep aynı şey için yaşıyor. Her gün aynı şeyi yapıyor. Bir kısım insanda hep aynı şeyleri yapanları kınayarak farklı olma derdinde değişik işlerle, faaliyetlerle meşgul. Peki sonuç ne? Herkes yaşlanıyor. Bu doğru. Peki yaşlanmaktan yaşlanmaya da fark yok mu? Mutlu, değişik aktiviteler içinde, anılar biriktirerek, yeni yerler görüp, yeni insanlar tanıyarak, kalabalık ve neşeli ortamlarda yaşlanmakla; hergün aynı şeyi yaparak, dayatılmış bir hayatı yaşayarak, çoğu zaman ifadesiz, ne mutlu ne mutsuz, anlamsızca yaşlanmak arasındaki tek fark yüzündeki kırışıklıkların yerçekimine göre farklı eksenler oluşturması mı?
Ne yazık ki insan hayatının sonsuza kadar içinde olacak insanları seçemiyor. Kendi seçimlerimle baş köşeye oturttuğumuz insanlar konusunda bari seçici davranalım dimi? Hayatına birini bir şeylerden kaçmak, birine sığınmak, değişiklik yaratmak için sokanların hatası sadece kendi hayatı için değil malesef. Tanıdığımız insanlara kesinlikle dikkat etmemiz gerekiyor. Hayat bahçemizde çıkan yabani otlar gibi çünkü o yanlış seçimler. Kökünden söktüğümüzü sansakta her defasında yeniden bir yerlerden fışkırıyorlar. Bahçemiz ne kadar temiz kalabilir bilmiyorum hep yanlış rüzgarlarla geliyor o yabani tohumlar. Güneşi eksik etmediğimiz sürece sanırım bahçemizde temiz kalacak. Güneşsiz bahçeleri yüzünden birilerinin hayatımıza giren tohumları da her gözümüze çarptıklarında sökeceğiz çaresiz. Tekrar kafalarını uzatacaklarını bilsek bile...
_____o_____
Sarılmanın tadını bilir mi herkes? O kadar sahiplenici, sıcacık bir şey ki... Dokungan, acı bir tarafı da var mutlu ettiği kadar. Yanındayım demenin asıl yolu sarılmak. Sözlerin anlam barındırmadığı bir devirde yaşarken , birinin yanında olduğunu en güzel anlatabileceğin yol.
İnsan sıkılır mı sevilmekten, sevildiği sürece tabi. Yüz yıl geçse de sıkılır mı? Bilmiyorum. Bana sıkılmaz gibi geliyor. Oysa herkes sıkılınacağını söylüyor. Herkes bir gün biteceğini söylüyor her yoğun hissettiğin duygunun. Kimseyi sonsuza kadar sevmenin, çekmenin, katlanmanın mümkün olmadığını söylüyorlar. Doğru mu?..
Herkes hayatı bir kalıba sokmaya çalışıyor. Sanki her hareketin, her sözün, hep bakışın tek bir karşılığı var gibi. Bir sürü yazılar, testler, anketler, kişisel gelişim saçmalıkları. İnsana göre değişmez mi bakışın, gülüşün, sözün anlamı. Herkes için aynı olabilir mi? ''Eğer size şöyle söylediyse şöyle demek istiyor'' '' eğer böyle bir yere götürmediyse böyle düşünüyor hakkınızda'' rezaletleri. Kime göre , neye göre yaaa? Ben ne diyorsam o kardeşim. Öyle söyleyip, böyle falan demek istemiyorum. Böyle yapıyorsam, sen de benim için bunu yap anlamına da gelmiyor. Ben içimden geleni yaparım, içimden geliyorsa severim, içimden gelmiyorsa silerim, söverim arkasından, sonra da yüzüne söylerim. Anlamı o an ne yapıyorsam odur. Beni kitaplarla katagorize edemezsiniz. Benim duygularımı yaptığım hareketlerin karşılığında kitaplardan bakıp tahlil edemezsiniz. Benim sözlüğüm yok. Sözlüğe gerek de yok. Gayet açık ve net. Sevgiyse sevgi, nefretse nefret.
_____o_____
Sana söyleyeceklerimin sadece binde birini söyledim
Söylemeye çekindiğimden değil, şımarırsın diye değil
Anlatmak için yeterince gür bir sesim
yeterince kelime bilgim yok...
Büyük ihtimalle hiç de olmayacak
Sadece gözlerine bakarken küçük bir kıvılcım
farkedebilirsen hepsi bu
Onu da anlatamam zaten
Anlamanın tek yolu bana söylemek isteyipte söyleyemediklerindir
Tabi varsa
Yoksa da ne gür bir sese, ne de binlerce kelimeye yazık etmeye değmez...
18 Kasım 2011 Cuma
CANIMI SIKAN İKİ DÜNYA KLASİĞİ
BENCİL OLMA!..
Ben kızıyorum insanlara, canım çiğerim de olsa kızıyorum bazen. Hiç kimseden benim gibi düşünmesini, benim gibi bakmasını olaylara beklememeliyim biliyorum. Aslında beklemiyorum da ama biraz daha duyarlı olmalarını bekliyorum. O kadarını da bekleyeyim ama dimi?.. Sonuçta benim değer verdiğim, bazen aynı kanı taşıdığım, bazen kalbimi verdiğim, bazen birlikte büyüdüğüm, bazen bir lokma ekmeği paylaştığım insanlar bunlar. Ben duyarsız insanlarla yaşayamıyorum, mutsuz oluyorum, huzursuz oluyorum.
En çok kendime kızıyorum ama biliyor musun? En çok kendimi cezalandırıyorum aslında. Kimse farkında değil bunun biliyorum. Hareketlerinden, mimiklerinden anlıyorum. Oysa ben öfkelendiğimde bile kendi canımı herkesten çok acıtıyorum. Benim hayata karşı unutkanlığımın sebebi bile başkaları işte. Sadece unutarak cezalandırıyorum insanları. Oysa bir sürü güzel anıyı beraberlerinde sildim beynimden. Geçmişim yok benim. Geleceğimi de kimseye kurban etmeyeceğim.
Ben insanlarda kızdığım hareketleri kendim yapmamak için çaba harcıyorum. Kendi kurallarımı oluşturayım, o kurallara göre insanlar benim yanımda olsun gibi bir durumum da yok. Sadece biraz duyarlı olmak, empati kurmak yeterli doğru davranmak için. Gerçi bu tamamen karşındakine verdiğin değerle ilgili bir durum. Ben hissetmedikten sonra ben biri için dünyanın merkezi olsam ne yazar. Değer veriyorsam sonuna kadar hissettiririm, şımarır diye bir korkum da olmaz. Verdiğim değerin karşılığını da basit ufak tefek hiçbir fedakarlığa gerek olmayacak bir kaç hareketle bile göremiyorsam boşuna demek ki her şey.
Ben bu dünyadaki yaşadığım çok da uzun olmayan ömrüm boyunca şunu anladım ki şikayet etmeyen, fazla beklentisi olmayan, ukalalığı olmayan, iyi niyetli, suçlamayan, herkese hak verip olduğu gibi kabullenen vs. vasıflara sahipsen kıymetin asla bilinmez. Hatta kıymetsiz biri olur çıkarsın. Bol bol naz yapacaksın, ağlayıp zırlayacaksın, hep muhtaç pozlarında dolanacaksın, sivrisinek ısırığından hasta olacaksın ki senden değerlisi olmasın. Sevilmeyi, ilgiyi, değer görmeyi haketmen için ihtiyacın olduğunu belli etmen lazım. Ağlamayan bebeğe meme yok anlayacağım. Hadi canım geçmiş olsun. Bu yaştan sonra trip sahibi olamayacağıma göre eski yöntemlerle anları ve insanları yoketmeye devam.
HARBİ OL
Bazen sarsmak geliyor içimden insanları. Herkeste bir canım, cicim, aşkım laubaliliğidir gidiyor. Herkes birbini ne kadar da çok seviyor. Hiç tanımadığımız insanlar bile telefonda canım demeye başlamış. Noluyor acaba!.. Yahu kimse kimseyi sevmek zorunda falan değil. Kimse aynı ortamda çalışıyor diye can ciğer kuzu sarması olmak zorunda değil, telefonla müşteri satıcı ilişkisinde iki kere konuştun diye ciciş olmak lüzumsuz. Bu tamamen insanların gerçek aşkı, çıkarsız sevgiyi, beklentisiz arkadaşlığı tatmamasından kaynaklanıyor bence. Bu sözleri gerçek anlamlarıyla kullanan insan zaten sahte durumlarda kullanamaz.
İnsanlar ne kadar da zavallı aslında. Ne kadar zavallıyız. İş yaptırmak için, yalandan duygular yaşamak için, sahte aşklarla ruhumuzu, bedenimizi kandırmak için yalanlara mı ihtiyacımız var. Harbi ol belki her zaman istediğini elde edemezsin ama en azında ne adiyim ben ulan demezsin. Hem merak edecek bir şey yok. İnsanların yarısından çoğu için adiliklere kılıf uydurmaya da gerek yok. Adi yaşamak hayat biçimi haline dönüşmüş. Yalanların da herkes farkında zaten. Yalanlarınla seni kabul eden dürüstlüğünle kabul etsin. Asıl meziyet bu. En azından dünyaya kafa tutarak kendini tatmin edebilirsin. Neden sivri dilli şovmenler, gazeteciler ön planda acaba. Acıtsa da dürüstlüğe ne kadar muhtaç olduğumuz burdan belli.
Ben kızıyorum insanlara, canım çiğerim de olsa kızıyorum bazen. Hiç kimseden benim gibi düşünmesini, benim gibi bakmasını olaylara beklememeliyim biliyorum. Aslında beklemiyorum da ama biraz daha duyarlı olmalarını bekliyorum. O kadarını da bekleyeyim ama dimi?.. Sonuçta benim değer verdiğim, bazen aynı kanı taşıdığım, bazen kalbimi verdiğim, bazen birlikte büyüdüğüm, bazen bir lokma ekmeği paylaştığım insanlar bunlar. Ben duyarsız insanlarla yaşayamıyorum, mutsuz oluyorum, huzursuz oluyorum.
En çok kendime kızıyorum ama biliyor musun? En çok kendimi cezalandırıyorum aslında. Kimse farkında değil bunun biliyorum. Hareketlerinden, mimiklerinden anlıyorum. Oysa ben öfkelendiğimde bile kendi canımı herkesten çok acıtıyorum. Benim hayata karşı unutkanlığımın sebebi bile başkaları işte. Sadece unutarak cezalandırıyorum insanları. Oysa bir sürü güzel anıyı beraberlerinde sildim beynimden. Geçmişim yok benim. Geleceğimi de kimseye kurban etmeyeceğim.
Ben insanlarda kızdığım hareketleri kendim yapmamak için çaba harcıyorum. Kendi kurallarımı oluşturayım, o kurallara göre insanlar benim yanımda olsun gibi bir durumum da yok. Sadece biraz duyarlı olmak, empati kurmak yeterli doğru davranmak için. Gerçi bu tamamen karşındakine verdiğin değerle ilgili bir durum. Ben hissetmedikten sonra ben biri için dünyanın merkezi olsam ne yazar. Değer veriyorsam sonuna kadar hissettiririm, şımarır diye bir korkum da olmaz. Verdiğim değerin karşılığını da basit ufak tefek hiçbir fedakarlığa gerek olmayacak bir kaç hareketle bile göremiyorsam boşuna demek ki her şey.
Ben bu dünyadaki yaşadığım çok da uzun olmayan ömrüm boyunca şunu anladım ki şikayet etmeyen, fazla beklentisi olmayan, ukalalığı olmayan, iyi niyetli, suçlamayan, herkese hak verip olduğu gibi kabullenen vs. vasıflara sahipsen kıymetin asla bilinmez. Hatta kıymetsiz biri olur çıkarsın. Bol bol naz yapacaksın, ağlayıp zırlayacaksın, hep muhtaç pozlarında dolanacaksın, sivrisinek ısırığından hasta olacaksın ki senden değerlisi olmasın. Sevilmeyi, ilgiyi, değer görmeyi haketmen için ihtiyacın olduğunu belli etmen lazım. Ağlamayan bebeğe meme yok anlayacağım. Hadi canım geçmiş olsun. Bu yaştan sonra trip sahibi olamayacağıma göre eski yöntemlerle anları ve insanları yoketmeye devam.
HARBİ OL
Bazen sarsmak geliyor içimden insanları. Herkeste bir canım, cicim, aşkım laubaliliğidir gidiyor. Herkes birbini ne kadar da çok seviyor. Hiç tanımadığımız insanlar bile telefonda canım demeye başlamış. Noluyor acaba!.. Yahu kimse kimseyi sevmek zorunda falan değil. Kimse aynı ortamda çalışıyor diye can ciğer kuzu sarması olmak zorunda değil, telefonla müşteri satıcı ilişkisinde iki kere konuştun diye ciciş olmak lüzumsuz. Bu tamamen insanların gerçek aşkı, çıkarsız sevgiyi, beklentisiz arkadaşlığı tatmamasından kaynaklanıyor bence. Bu sözleri gerçek anlamlarıyla kullanan insan zaten sahte durumlarda kullanamaz.
İnsanlar ne kadar da zavallı aslında. Ne kadar zavallıyız. İş yaptırmak için, yalandan duygular yaşamak için, sahte aşklarla ruhumuzu, bedenimizi kandırmak için yalanlara mı ihtiyacımız var. Harbi ol belki her zaman istediğini elde edemezsin ama en azında ne adiyim ben ulan demezsin. Hem merak edecek bir şey yok. İnsanların yarısından çoğu için adiliklere kılıf uydurmaya da gerek yok. Adi yaşamak hayat biçimi haline dönüşmüş. Yalanların da herkes farkında zaten. Yalanlarınla seni kabul eden dürüstlüğünle kabul etsin. Asıl meziyet bu. En azından dünyaya kafa tutarak kendini tatmin edebilirsin. Neden sivri dilli şovmenler, gazeteciler ön planda acaba. Acıtsa da dürüstlüğe ne kadar muhtaç olduğumuz burdan belli.
11 Kasım 2011 Cuma
BAŞKA BİRİ
Yeni başlıyoruz daha. Hayata yeni başlıyoruz, tanımaya insanları, anlamaya, sevmeye, sevilmeye, umut etmeye... Yeni başlıyoruz her gün. Hiç ilerleme kaydetmeden, inatla yeniden başlyoruz. Sonunu getirmek için de başlamıyouz aslında. Sadece başlamak için başlıyoruz. Zaten sonu da yok bunun. Ortası bile yok. Her gün bir önceki günden farklı başlıyoruz güne. Her gün yeniden yeşertiyoruz mulu olmayı yada üzgün olmayı. Hiç biri birbirinin devamı değil başlarken de. Her seferinde ilk defaymışcasına başlıyoruz. Sonları olmuyor aslında başladıklarımızın. Biz öyle sanıyoruz. Birbirine benzettiğimiz sonlar yalan. Hiç bir duygu bir diğeriyle aynı değil, benzer bile değil. Oysa sınıflandıyoruz. Aşk diyoruz, sevgi diyoruz, nefret diyoruz... Geleceğim diyoruz, gideceğim diyoruz, öldüreceğim diyoruz... Oysa her seferinde başka şeylerden başlıyoruz. Aynı fiilleri bambaşka insanlar için, bambaşka olaylar için kullanıyoruz. Hiç bir aşk aynı değil, hiç bir acı bir diğerine benzemiyor, hiç bir yemek aynı değil_aynı malzemeyle, aynı kişi yapmış olsa bile_. Hep yeniden başlıyoruz. Durmadan, dinlenmeden hep başka bir güne, başka bir şekilde, başka biri olarak uyanıyoruz. Başka bir güneşe bakıp, başka yağmurlar altında ıslanıyoruz. Sadece kendimizi kandırıp, aynı gibi yaşıyoruz, aynı olduklarına inanıp insanların alışkanlıklar yaratıyoruz.
31 Ekim 2011 Pazartesi
ÇORLULU ALİ PAŞA MEDRESESİ
Benim Çorlulu Ali Paşa Medresesiyle tanışmam can dostumun sayesindedir. Gerçi medrese kısmıyla ilgili bir tanışıklığımız yok. Biz medresenin içindeki çay bahçesiyle ilgileniyoruz. Nargile keyfinin yapılacağı nadide mekanlardan biri bence. Çünkü ben çok yerde nargile içtim ama oradaki kadar hiç bir yerde keyif almadım. Orda vaktin nasıl geçtiğini anlamıyor insan. Saatlerce oturmak sıkmıyor. Özellikle pazar günleri aşırı kalabalık olmasına rağmen, kalabalık yormuyor. Sanki bilinçli bir topluluğun yeri. Kimse kimseden rahatsızlık duymuyor. Kimsenin sohbeti kimseyi rahatsız etmiyor. Arkadaş grupları da geliyor, yaşlı amcalar, dedeler de, sevgililer de, turistler de, tek başına insanlar da... Enteresan bir bütünlük var sanki. Yoğun, değişik nargile kokularının büyüsü belki de. Büyülüyor insanı. Başka bir yere gitmek aklına bile gelmiyor. Tabi Türk kahvesini de ordan daha iyi yapan bir yer yok. Mutlaka içilmeli.
En son can dostumla gitmemizin üzerinden uzun yıllar geçmişti. Pazar günü Eminönü ne gitmeye karar vermiştik aşkımla. Metroyla giderken bahsettim canımın içine. İnelim dedi hemen, atladık metrodan. Tabi bu atlayış aksiyon filmi tadında bir atlayış olmadı. Durakta metro durup, kapılarını açınca indik anlamında bir atlayış oldu. Biraz dolaşıp, bir şeyler yeyip gittik Çorlulu Ali Paşa Medresesine. Uzun uzun oturduk. Sohbet ettik. Çay, elma çayı, tabi ki Türk kahvesi içtik nargile eşliğinde. Çok güzel bir gün geçirdik. Şunu anladım ki: huzur belli başlı yerlerde var. Saçma sapan trafikle boğuşmalar, alış-veriş merkezlerinde aşağı yukarı dolaşmalar hep boş. İstanbul da yaşamanın keyifli yanları böyle mekanlarda. Bir Emirgan, bir Beyazıt, bir Eminönü, bir Beşiktaş.... Çok güzel yerler var ve biz saçma sapan zaman öldürüyoruz. Bu pazar gününün tadı damağımda kaldı. Bana da ders oldu.
Şanslı insanım ben ya. Çünkü aynı şeylerden keyif alıyoruz biz aşkımla. Daha çok güzel yerlerde çok güzel anılar biriktireceğiz.
En son can dostumla gitmemizin üzerinden uzun yıllar geçmişti. Pazar günü Eminönü ne gitmeye karar vermiştik aşkımla. Metroyla giderken bahsettim canımın içine. İnelim dedi hemen, atladık metrodan. Tabi bu atlayış aksiyon filmi tadında bir atlayış olmadı. Durakta metro durup, kapılarını açınca indik anlamında bir atlayış oldu. Biraz dolaşıp, bir şeyler yeyip gittik Çorlulu Ali Paşa Medresesine. Uzun uzun oturduk. Sohbet ettik. Çay, elma çayı, tabi ki Türk kahvesi içtik nargile eşliğinde. Çok güzel bir gün geçirdik. Şunu anladım ki: huzur belli başlı yerlerde var. Saçma sapan trafikle boğuşmalar, alış-veriş merkezlerinde aşağı yukarı dolaşmalar hep boş. İstanbul da yaşamanın keyifli yanları böyle mekanlarda. Bir Emirgan, bir Beyazıt, bir Eminönü, bir Beşiktaş.... Çok güzel yerler var ve biz saçma sapan zaman öldürüyoruz. Bu pazar gününün tadı damağımda kaldı. Bana da ders oldu.
Şanslı insanım ben ya. Çünkü aynı şeylerden keyif alıyoruz biz aşkımla. Daha çok güzel yerlerde çok güzel anılar biriktireceğiz.
29 Ekim 2011 Cumartesi
SALYANGOZ HİKAYESİ
Ben bir salyangoz olsam... Evim tek kişilik. Gezsem yeşilliklerde, yağmur altında... Kabuğuma çarpsa yağmur damlaları şıpır şıpır... Benim evime. İzimi bıraksam kaldırım taşlarında. Kimsenin farketmediği... Salyangozları da farketmezler zaten. Farkedilmeden yaşamak da farketmez zaten salyangoz olunca. Başka bir salyangozla karşılaşsam. Hoşuma gitse kendimden biriyle karşılaşmak. Salyangozların hayatları tek kişiliktir ama. Aşkımız farklı yönlere giden iki salyangozun izlerinin birleştiği yerde yaşasa.
26 Ekim 2011 Çarşamba
BUGÜN
Ne çok şey yaşadık yaklaşık bir yılda. Hayat ne çok şeyle sınadı bizi. Hiç bir şeyin ilk olmadığını da öğretti, hiç bir şeyin son olmadığını da. Bazı şeyler üzdü yine. Mutlu etti bir çok şey. Kopma noktalarını tamir edebildik en azından. Hasar bırakmadı. Yeni ve umutlu başladık hayata. bugün bir huzur var. Hiç bir zaman tam olmayacak olsa da var. Çünkü huzur hiç bir zaman tam anlamıyla tatmin edecek yoğunlukta olmaz. Tatmin derecelerimizi ona göre ayarlarsak tatmin edici olur.
Kaybedilmemesi gerekenlerin kıymetini bilmek... Kendi kıymetini bildirmek... Hayatta geçici çok şey var. Kalıcıların peşinden gitmek. Hüzünlü bir bağlılık, hüzünlü bir aşk_ki gerçek olan bütün aşklar hüzünlüdür; çünkü kaybetme korkusunu barındırır içinde_. Yarına ait planlar yapmak ama bugünün varlığını bilerek. Planların esiri olmadan, planların olurluğuyla bugünü paralamadan.
Bir planım var. Yaşamak, olmak istediklerimin yanında olarak. Sonuna kadar tadını çıkararak. Bitene kadar. Bitmemesi için daha bir aşkla sarılarak. Bitecekse de acıtmadan, fazla yaralamadan ki yaşamın devamına engel olmasın. Hayat vazgeçilecek gibi değil. Bir süreç hayat. Başı, sonu olan. Bunun bilincinde olursak aslında her şey güzel olur. Garantisiz bir hayatta garantilemek mutluluğu zor. Tek taraflı değil çünkü mutluluk. Tek taraflı olmayan her şeyde risk vardır. Riskleri göze almak. Risklerini göze almaya değeceklerle.
Kaybedilmemesi gerekenlerin kıymetini bilmek... Kendi kıymetini bildirmek... Hayatta geçici çok şey var. Kalıcıların peşinden gitmek. Hüzünlü bir bağlılık, hüzünlü bir aşk_ki gerçek olan bütün aşklar hüzünlüdür; çünkü kaybetme korkusunu barındırır içinde_. Yarına ait planlar yapmak ama bugünün varlığını bilerek. Planların esiri olmadan, planların olurluğuyla bugünü paralamadan.
Bir planım var. Yaşamak, olmak istediklerimin yanında olarak. Sonuna kadar tadını çıkararak. Bitene kadar. Bitmemesi için daha bir aşkla sarılarak. Bitecekse de acıtmadan, fazla yaralamadan ki yaşamın devamına engel olmasın. Hayat vazgeçilecek gibi değil. Bir süreç hayat. Başı, sonu olan. Bunun bilincinde olursak aslında her şey güzel olur. Garantisiz bir hayatta garantilemek mutluluğu zor. Tek taraflı değil çünkü mutluluk. Tek taraflı olmayan her şeyde risk vardır. Riskleri göze almak. Risklerini göze almaya değeceklerle.
24 Ekim 2011 Pazartesi
Bir Gün
Benim canımı sıkmak neden bu kadar kolay ve bu kadar zor. Gerçekten canımın sıkılması gereken olaylara kayıtsız kalabiliyorken, abuk sabuk şeyler için ağlayabilme potansiyelim var.
Pazar günü bir filme gittik. Canım, bir tanem, kuzucum sevgilim ''Çok konuşuluyor bu film hakkında'' dedi. Gerçekten de konuşulacak kadar varmış ama bu kadar sinirlerimin bozulmasını sağlayan sadece bu filmmiydi? Yoksa ben çok mu birikmiştim de patladım anlayamadım.
Filmin adı Bir Gün (One Day). Romantik komedi tadında, Melekler Şehri kıvamında... Bir kadının başka kimseye kalbinde yer açamayacak kadar yıllarca birini sevmesi, sevdiği adamın da daldan dala konan, ün, şan peşinde, münasebetsiz, serserinin teki olması... Gerçi yazarken farkettim genel kadın tipi işte. Sonunda adam gerçek sevginin, vefanın, sadakatin, huzurun nerde olduğunu anlıyor ama... Yaaa ama işte. Ya aklıma geldikçe sinirlerim bozuluyor yine ya.. Akşam kardeşim anlat bakayım nasıl konusu deyince mecburen anlattım ama elim ayağım titriyor yani.
Aşkımın ben ağlarken ki sözü beni şimdi bile ağlatır ama... '' Ben seni ağlatmamak için .... yırtıyorum, bir film ne hale getirdi ya... Yok daha sana romantik, aşk filmi falan.'' :) Buz Devri nin vizyona girmesini bekliyoruz...
Pazar günü bir filme gittik. Canım, bir tanem, kuzucum sevgilim ''Çok konuşuluyor bu film hakkında'' dedi. Gerçekten de konuşulacak kadar varmış ama bu kadar sinirlerimin bozulmasını sağlayan sadece bu filmmiydi? Yoksa ben çok mu birikmiştim de patladım anlayamadım.
Filmin adı Bir Gün (One Day). Romantik komedi tadında, Melekler Şehri kıvamında... Bir kadının başka kimseye kalbinde yer açamayacak kadar yıllarca birini sevmesi, sevdiği adamın da daldan dala konan, ün, şan peşinde, münasebetsiz, serserinin teki olması... Gerçi yazarken farkettim genel kadın tipi işte. Sonunda adam gerçek sevginin, vefanın, sadakatin, huzurun nerde olduğunu anlıyor ama... Yaaa ama işte. Ya aklıma geldikçe sinirlerim bozuluyor yine ya.. Akşam kardeşim anlat bakayım nasıl konusu deyince mecburen anlattım ama elim ayağım titriyor yani.
Aşkımın ben ağlarken ki sözü beni şimdi bile ağlatır ama... '' Ben seni ağlatmamak için .... yırtıyorum, bir film ne hale getirdi ya... Yok daha sana romantik, aşk filmi falan.'' :) Buz Devri nin vizyona girmesini bekliyoruz...
17 Ekim 2011 Pazartesi
KIŞA BAŞLARKEN
Havalar ne kadar da geç ısınmıştı oysa bu yaz. Erkenden de soğudu. Bu küresel ısınma dengeleri alt üst etti. Ben mi yanlış hatırlıyorum bilmiyorum ama Kasım ayına kadar ben kışlıklarımı çıkarmazdım. Aslında Nisan da da yazlıklarımı çıkaracak kadar aceleciydim donmak pahasına_ki hep üşüdüm bu yüzden yaza girmeden bahar aylarında_. Yaz ı çağırma şeklim buydu ne yapayım. Şimdi yağmuru çamuru bir taraftan, kazak giyme saçmalığı diğer taraftan. Afrika da yaşasaydım daha mı mutlu olurdum. Grip olmayan bir bünyem olmasına rağmen hastalıklı bir ruh haline girmekten nefret ediyorum. Midem falan bir acayip, bir mutsuzluk, bir kış uykusu sendromu... Aslında mutlu ama eksik bir mutluluk. Güneşin eksikliğiyle bir mutluluk. Yarısı çürümüş muhteşem sulu, parlak bir armudu yemekle yememek arasında kalmanın enteresan sinir bozukluğu. Nasıl bir tanımlamaysa artık bu öyle hissediyorum işte.
Kış mevsimi kesinlikle iki kişilik rezervasyon gerektiren bir mevsim bence. Asla tek başına olmamalı insan. Tabi karşılıklı naz çekebilen, bunalımları aynı tarihlere rastlamayacak bir çiftin rezervasyonu olmalı. Yazın yalnızlık unutulabilir çoğu zaman. Kışın hatırlanır sürekli. Ben rezerve ettim bile bir kalbi. 49 yıllığına yılın 365 gününde aslında. Artık kış yaz benim için farketmez. Az düşün çok yaşa ilkesiyle birlikte, hapşırmadan...
Kış mevsimi kesinlikle iki kişilik rezervasyon gerektiren bir mevsim bence. Asla tek başına olmamalı insan. Tabi karşılıklı naz çekebilen, bunalımları aynı tarihlere rastlamayacak bir çiftin rezervasyonu olmalı. Yazın yalnızlık unutulabilir çoğu zaman. Kışın hatırlanır sürekli. Ben rezerve ettim bile bir kalbi. 49 yıllığına yılın 365 gününde aslında. Artık kış yaz benim için farketmez. Az düşün çok yaşa ilkesiyle birlikte, hapşırmadan...
14 Ekim 2011 Cuma
TEŞEKKÜRÜ BORÇ BİLİRİM
2011 benim yılım olacak diyerek başladım hayata_ki aslında berbat bir yıldan, berbat bir ilişkiden, berbat bir işten çıkmıştım-. Ne işim vardı, ne fikrim... Kırık bir kalbim vardı, ufak bir tazminat param, benzin koyarken düşündüğüm bir arabam. Çok inandım ama 2011 benim yılım olacaktı. Çünkü ben az beklentiyle, duygusuzca çalışacak, kendine yetecek, fazlasını istemeyecektim. Hayatımda kalan 2 arkadaş, 1 baba, 1 kardeşle devam edecektim. Başladığım işi bitirecektim. Bitirene kadar yeni bir hedef koyup kendimi sıkıntıya sokmayacaktım. Planımı günlerce üzülüp, düşünüp, koyup kaldırarak yaptım. O kadar çok kırılmıştım ve ayaklarım o kadar sağlam basmıyordu ki, ben bile şaşırdım birden güneşim açtığına, yeni kararlar aldığıma, yere inmeye karar verdiğime...
Hayat kararlılığımızı gördüğü zaman aslında istediklerimizin hepsini olmasa da bir kısmını vermek zorunda kalıyor. Hatta bazı sürprizlerde hazırlıyor bu kararlılığımızın ödülü olarak.
Önce bir işe girdim. Uzun aramalardan sonra, daha önceki maaşımın daha düşüğüne de olsa. sonra hayatıma anlam verecek biri girdi hiç beklemediğim halde, beklemediğim zamanda, beklemediğim kadar huzurlu ve mutlu biri. Hayat yeni umutlar açtı, yalnız değildi artık ruhum. İşlerim istediğim gibi gitmiyor belki biliyorum ama daha önemli bir şey var. Ben yalnız değilim artık. Bir şekilde toparlanır maddiyat. Ya manevi duygular, sevmek, sevilmek güdüsü... İşte önemli olan bu. Ben garanti bir hayatı bıraktım, bocaladım, mutsuz oldum, kırdılar beni boyun eğmedim. Kırılmak pahasına ne işi, ne aşkı kabul etmedim. Ödülümü aldım. Aşk muhteşem bir duygu. Gerçek ve iki kişinin aşkından bahsediyorum tabi ki... Geride kalan bir ömür teferruatmış. Anladım.
Beni bu kadar mutlu eden insana çok teşekkür ediyorum. Beni bunalımlara sokan insanlara da çok çok çok teşekkür ediyorum. Sizden uzaklaşmaya çalıştıkça onun çekim alanına girmemi sağladığınız için... Sağolun varolun.
Hayat kararlılığımızı gördüğü zaman aslında istediklerimizin hepsini olmasa da bir kısmını vermek zorunda kalıyor. Hatta bazı sürprizlerde hazırlıyor bu kararlılığımızın ödülü olarak.
Önce bir işe girdim. Uzun aramalardan sonra, daha önceki maaşımın daha düşüğüne de olsa. sonra hayatıma anlam verecek biri girdi hiç beklemediğim halde, beklemediğim zamanda, beklemediğim kadar huzurlu ve mutlu biri. Hayat yeni umutlar açtı, yalnız değildi artık ruhum. İşlerim istediğim gibi gitmiyor belki biliyorum ama daha önemli bir şey var. Ben yalnız değilim artık. Bir şekilde toparlanır maddiyat. Ya manevi duygular, sevmek, sevilmek güdüsü... İşte önemli olan bu. Ben garanti bir hayatı bıraktım, bocaladım, mutsuz oldum, kırdılar beni boyun eğmedim. Kırılmak pahasına ne işi, ne aşkı kabul etmedim. Ödülümü aldım. Aşk muhteşem bir duygu. Gerçek ve iki kişinin aşkından bahsediyorum tabi ki... Geride kalan bir ömür teferruatmış. Anladım.
Beni bu kadar mutlu eden insana çok teşekkür ediyorum. Beni bunalımlara sokan insanlara da çok çok çok teşekkür ediyorum. Sizden uzaklaşmaya çalıştıkça onun çekim alanına girmemi sağladığınız için... Sağolun varolun.
BATAN GEMİNİN MALLARI BUNLAR!..
Akşam eve gidiyorum, yorgun argın. Hayır çok çalışmaktan yorgun değilim. Batan bir şirkette çalıştığım için yorgunum. Korkularım var. Ya borçlarımı ödeyemezsem, kredimi, kredi kartımı ödeyemezsem. Telefonum kapanırsa. Elli kişi arıyor zaten ödeme almak için. Sonuç itibariyle kafam çok yorgun ve karışık. Ben arkamı dönemiyorum insanlara nedense. Kalleşlik gibi geliyor. Sonuçta çok büyük paralara çalışmıyorum da. Bu yüzden öyle birikmişim falan da yok. Haa olsa da neden çalışırken üç kuruş biriktirdiğimi harcayayım başkalarına. Yarın bakalım alabilecekmiyim? Alamayınca bana kim acısın acabaa!.. Yani sonuç itibariyle bu yorgunluktan bahsediyorum.
Odamıza giriyorum -kardeşimle ortak kullanıyoruz da o bakımdan-. ''Batan geminin malları bunlar'' diyorum kendimi göstererek. Kahkahalarla gülüyor bana. ''Deli '' diyor. Anlaşıyoruz. Burda ki mal ben oluyorum yani...
Odamıza giriyorum -kardeşimle ortak kullanıyoruz da o bakımdan-. ''Batan geminin malları bunlar'' diyorum kendimi göstererek. Kahkahalarla gülüyor bana. ''Deli '' diyor. Anlaşıyoruz. Burda ki mal ben oluyorum yani...
29 Eylül 2011 Perşembe
Her Şey Bugünle Sınırlı
Bugün bir başlangıç yaptım. Herkes çoğu zaman başlangıç yapar zaten. Bu benim yaptığım ne ilk başlangıç oldu, ne de son başlangıç olacak. Çünkü hayat kesin kararlar vermemizi, net biri olmamızı çoğu zaman engeller. Dün beğendiğimizi bu gün beğenmeyebiliyoruz, dün asla yapmam dediğimizi bu gün yapabiliyoruz... Yarın da bugün yaptıklarımızdan pişmanlık duyabiliriz yada yapmadıklarımız için ''keşke'' diyebiliriz. İşte tam da bu yüzden her şey bugünle sınırlı.
Ne diyordum... Bugün bir başlangıç yaptım. Diğer başlangıçlarım ne kadar yerine ulaştı, ne kadar doğruydu, ne kadar sonuçlarını aldım ya da vazgeçtim bilmiyorum ama hayatı bugünle sınırlayan bir başlangıç yaptım. Her gün yeniden doğup, her akşam ölmek üzere.
Ne diyordum... Bugün bir başlangıç yaptım. Diğer başlangıçlarım ne kadar yerine ulaştı, ne kadar doğruydu, ne kadar sonuçlarını aldım ya da vazgeçtim bilmiyorum ama hayatı bugünle sınırlayan bir başlangıç yaptım. Her gün yeniden doğup, her akşam ölmek üzere.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)