Seni sevdiğim gün, gün doğdu. İçime aktı güneşin ılık turuncusu. Seni sevdiğimde mevsimlerden kıştı. Oysa hep yaz oldu seni sevdim seveli. Ben hep yazı özlerken çocukluğumdan beri, seni özlemişim meğer!.. Ben hep yazı sevdiğimi söylerken, yazın sen olduğunu bilmeden sevmişim meğer. Şimdi yağmurlar yağarken yaz yağmuru, fırtınalar yazın şakaları bana. Hiçbir mevsim kalmadı hafızamda, yazdan başka.
Küçük, tatlı haberler alıyorum hayatın ortasındayken. Hayat asıl anlamını yeni yeni kazandı. Anlam vermeyi yeni yeni öğrendim. Yıllardır bildiklerim yanlış olmadığı kadar, doğru da değildi. Şimdi de her şey doğru değil belki. Oysa küçük haberler alıyorum çoğuna göre küçük bir tebessüm oluşturan, benimse içimi coşturan. Durup durup yeniden şaşırdığım, yeniden sevindiğim haberler. Bir bebek açtı gözlerini dünyaya. Bir pencere daha açıldı . Bir pencerem daha var umuda bakan.
Hep saçma gelen başkaları yaptığında, şimdi benim yaptıklarım. Hep kızdıklarım körlüklere, belki benim olduklarım. Hep sınırlarını belirlerken hayata karşı, hayat yıkıyor setlerini bir bir. Güvende ama yalnız olmaktan daha güzel risk. Kendini bilen için, ayağa kalkmanın zamanı olduğunu bilen için, bu zamanın ne kadar süreceğini bilen için riske girmek demek değil zaten. Tadını çıkarmak sonuna kadar.
23 Mayıs 2012 Çarşamba
17 Mayıs 2012 Perşembe
AŞK
Aşk bu şehirden uzaklaşmasın. Mesafe olarak bile olsa. En uzun mesafemiz sıfır kilometre olsun. Daha uzağına tamammülüm yok. Nefesini yüzümde hissedebileceğim mesafede sabitlensin. Hayat onsuz akmasın. Hayat çok kısa ve Aşk'sız bir saniye geçmesin. Hele aramıza şehirler hiç girmesin. Gerekirse bütün şehirler yıkılsın, tek bir şehir olsun. Aynı şehirde olalım.
Tahammülsüzüm uzağımdayken. Hayat gereksiz ve sıkıcı. Zaman uzun ve boğucu. İnsanlar gıcık ve nefret edilesi. Etrafımda kimseyi istemiyorum Aşk'tan başka. Bu kadar sinir bozucu olur her şey?.. Bu kadar mı gırtlağı sıkılası olur insanlar?.. Dondurdum yaşamayı. Geceyi, günü, düşünmeyi dondurdum. Sen gelince tekrar akmaya başlayacak zaman; seninle. O zamana kadar hayat diye bir şey yok. Aşk dönünce tekrar güneş doğacak, gökyüzünde olmasa bile. Kızgınım. Çok fazla kızgınım. O yüzden dondurdum hayatı. Yoksa sana da kızgın olacağım.
Tahammülsüzüm uzağımdayken. Hayat gereksiz ve sıkıcı. Zaman uzun ve boğucu. İnsanlar gıcık ve nefret edilesi. Etrafımda kimseyi istemiyorum Aşk'tan başka. Bu kadar sinir bozucu olur her şey?.. Bu kadar mı gırtlağı sıkılası olur insanlar?.. Dondurdum yaşamayı. Geceyi, günü, düşünmeyi dondurdum. Sen gelince tekrar akmaya başlayacak zaman; seninle. O zamana kadar hayat diye bir şey yok. Aşk dönünce tekrar güneş doğacak, gökyüzünde olmasa bile. Kızgınım. Çok fazla kızgınım. O yüzden dondurdum hayatı. Yoksa sana da kızgın olacağım.
14 Nisan 2012 Cumartesi
KAFAMDAKİ YABANCI
Hepimiz aslında insanları anlamamaktan şikayet ediyoruz çoğu zaman. Yaptıklarına anlam veremiyoruz, söylediklerine inanamıyoruz bazen. Oysa kendimizi ne kadar anlıyoruz ki?.. Sonuçta yapmam dediklerimizi yaptığımız, sinirlenince kendimizi kaybettiğimiz, yepyeni bir olayla karşılaştığımızda verdiğimiz bambaşka bir tepki de bizi şaşırtıyor. Birini tanımaktan bahsediyoruz ya kendimizi de tanımıyoruz aslında.
Ilımlı, olumlu, mutlu insan ne kadar bensem, aksi, lanet, sinirli insanda o kadar benim. Bütün hayvanlara ne kadar sevgiyle bakabiliyorsam, bir insana o kadar gıcık olabiliyorum. Bütün hayatımı adayabileceğim insanları bir kalemde silebiliyorum. Belki başkalarına göre çok büyük eksiklikleri umursamıyorken, yine başkalarına göre affedilebilecek hataları kendi mutsuzluğum pahasına affetmiyorum.
Bir gün bakıyorum hayat mucize kadar güzel. Bir gün cehennem gibi, anlamsız yaşamak. İki duyguyu da hissederken çok büyük şeyler olması da gerekmiyor ayrıca. Uyanmamla ilgili, bakmamla ilgili, ruhumla ilgili, kafamdaki benle ilgili. Bazen gerçekten kafamdakilere bir anlam veremiyorum. Sanki bir yabancı yaşıyor beynimde. Çoğu zaman benim, bazen bir yabancı alıyor kontrolü eline. Olumlu, olumsuz yönetiyor düşüncelerimi. Ne ılımlılığım kalıyor, ne adam sendeciliğim. Bazen de ne adanmışlığım kalıyor, ne prensiplerim. Hatta tecrübeler, hayat penceresi, güneşle gelen mutluluk... Her zaman kendini göstermediği için mi tanımıyorum onu? Bir süre kalıp gittiğinde unutuyor muyum sormam gereken sorularımı? Bu yabancı ne kadar bensem, o kadar yabancı. Ne kadar yabancıysa da o kadar benim.
Ilımlı, olumlu, mutlu insan ne kadar bensem, aksi, lanet, sinirli insanda o kadar benim. Bütün hayvanlara ne kadar sevgiyle bakabiliyorsam, bir insana o kadar gıcık olabiliyorum. Bütün hayatımı adayabileceğim insanları bir kalemde silebiliyorum. Belki başkalarına göre çok büyük eksiklikleri umursamıyorken, yine başkalarına göre affedilebilecek hataları kendi mutsuzluğum pahasına affetmiyorum.
Bir gün bakıyorum hayat mucize kadar güzel. Bir gün cehennem gibi, anlamsız yaşamak. İki duyguyu da hissederken çok büyük şeyler olması da gerekmiyor ayrıca. Uyanmamla ilgili, bakmamla ilgili, ruhumla ilgili, kafamdaki benle ilgili. Bazen gerçekten kafamdakilere bir anlam veremiyorum. Sanki bir yabancı yaşıyor beynimde. Çoğu zaman benim, bazen bir yabancı alıyor kontrolü eline. Olumlu, olumsuz yönetiyor düşüncelerimi. Ne ılımlılığım kalıyor, ne adam sendeciliğim. Bazen de ne adanmışlığım kalıyor, ne prensiplerim. Hatta tecrübeler, hayat penceresi, güneşle gelen mutluluk... Her zaman kendini göstermediği için mi tanımıyorum onu? Bir süre kalıp gittiğinde unutuyor muyum sormam gereken sorularımı? Bu yabancı ne kadar bensem, o kadar yabancı. Ne kadar yabancıysa da o kadar benim.
3 Nisan 2012 Salı
YUVAYA DÖNÜŞ
Gün geçmiyor ki insan kendi verdiği kararlardan caymasın, yanlışı doğru, doğruyu yanlış olarak algılamasın... Gün geçmiyor ki hayat bize kazık atmasın, attırmasın... Güvenli değilse bu günümüz, yarınımız, nasıl kesin kararlar verebiliriz ki?.. Güvende olmak, yardım etmek için gerekli sanırım. Eğer garantisi yoksa yarınının öyle bonkör olamazsın vefa yönünden. Sanırım vefasız olmamak yeterli bu devirde! Vefalı olamasan da...
Hayatta sevdiklerini tartının bir tarafına koyup, özveriyi diğer tarafına koyarsan hangisi ağır basar. İnsan özveriyi neye karşı sergilemeli, kime karşı?.. Kim kendinden ve sevdiklerinden önce gelir? Yetemiyorsan değerlendireceksin demek ki!..
Kendini tekrarlamak, olduğun yerde saymak hem can sıkıyor, hemde imkalarını zorluyor. Yeni kararlar alırken kendini düşünmen, düşünmen gerekenleri düşünmen gerekiyor. Gereksiz kahramanlıklara yer yok hayatta. İnsan kendisinin kahramanı olmalı. Kahramanlığa da gerek yok aslında. Yaşayacağımız üç günlük dünyada olabildiği kadar uygun şartlarda yaşamak için elinden geleni yapmalı. Öyle yapacağız belli oldu. Kararlar kesinleşti. Ben yuvaya dönüyorum.
Hayatta sevdiklerini tartının bir tarafına koyup, özveriyi diğer tarafına koyarsan hangisi ağır basar. İnsan özveriyi neye karşı sergilemeli, kime karşı?.. Kim kendinden ve sevdiklerinden önce gelir? Yetemiyorsan değerlendireceksin demek ki!..
Kendini tekrarlamak, olduğun yerde saymak hem can sıkıyor, hemde imkalarını zorluyor. Yeni kararlar alırken kendini düşünmen, düşünmen gerekenleri düşünmen gerekiyor. Gereksiz kahramanlıklara yer yok hayatta. İnsan kendisinin kahramanı olmalı. Kahramanlığa da gerek yok aslında. Yaşayacağımız üç günlük dünyada olabildiği kadar uygun şartlarda yaşamak için elinden geleni yapmalı. Öyle yapacağız belli oldu. Kararlar kesinleşti. Ben yuvaya dönüyorum.
28 Mart 2012 Çarşamba
YAZ YAKLAŞINCA
''Yaz yaklaşınca düşer akıllar başa'' dizelerinin geçtiği bir şarkısı vardı Yaşar'ın... Benim de yavaş yavaş yazlaşmaktan hallice olan havaları görüp aklım başıma düştü de spora başladım yine, yeni, yeniden... Gerçi şarkının bununla pek alakası yoktu ya olsun, sonuçta akıl başa düşmüşken geri çevirmek olmaz. Bu arada spor yaparken kan beynime gitmeye başladı da bazı saçma düşüncelerimden çok geç olmadan vazgeçtim. Yoksa ''Esaretin Bedeli'' filminde başrol oynamaya geri dönecektim. Verilmiş sadakam varmış. Tehlike geçmedi; fakat daha mantıklı düşünebiliyorum.
Spor yapmanın sadece bir kaç kilo fazlalığını vermek dışında bir çok etkisi var aslında. Etkilerinden bir tanesini yukarıda yazdım zaten. Bir diğerini de bu paragrafta yazayım bari. Konuşacak biri oluyor insanın hayatında. Yani şöyle ki; ben ve spor yapan ben sürekli konuşuyoruz yürürken. Günün envanterini_muhasebeciyiz ya, belli edeceğiz illa_ çıkarıyorsun bir kere. Kendini sorguluyorsun, sonra insanları sorguluyorsun, aldığın kararları gözden geçiriyor, gelecekle ilgili yapman gerekenleri toparlıyorsun, bu arada kendini baya da bir azarlıyorsun. Kavga, dövüş kafandaki bütün sorunsallara kesin olmayan cevaplar bulup dönüyorsun işte. Ohhh rahatlıyorsun.
Bir başka etkisi de halka karışıyorsun. Hani padişah, kraliçe, prenses vs. değiliz tamam da; onlar gibi yaşıyoruz gibi bir his var bende bu aralar. Özellikle arabayla işe gelip giden, fatura işlerini, bankacılık işlemlerini internetten halleden kesimden olarak halka karışmak deyimi tam benlikmiş bu aralar, beynime kan gidince anladım bunu da. Halka karıştım mutluyum. Tikinin biri gezdirdiği köpek yüzünden kadının biriyle çata çat kavga etti mesela dün. Ben aletlerde çalışırken sadece izledim ve kim haklı kim haksız çözmeye çalıştım. Gerçi bir sonuca da varamadım, bence ikisi de kendi davasında haklıydı. Biri köpekten korkuyordu, diğeri minicik, ecişcik, bücüşcük, şekercik köpüşünü gezdirmek istiyordu. Haksızlık sadece ses tonlarındaydı, saygısızlıklarındaydı, ikisi de haketmişti söylenen lafları belki de, bananeydi. Birbirlerine dalsalardı benden başka ayıracak birileri de vardı ama ben de koşardım o ayrı. Birbirlerine bağırıp stres attılar, bir nevi stres topu olarak kullandılar köpekli, köpeksiz olmalı mevzusunu. Halka karıştım derken, olaylara karışmayı kastetmedim zaten...
Aslında bu aralar karışık kafamın ağırlığıyla, bu dünya ve üçüncü boyut arasında gidip geliyorum. Gelecek planlarımı artık daha uzun vadeli, daha garantili yapmam lazım ama bende kadere boyun eğiş teli kopmuş, yapıştıramıyorum. Huzur nerde, ben orda düsturunu benimsemiş bünyeme ağır kararlar verdirmek konusunda kararsızım. Fazla düşünmemeye çalıştıkça çözümsüz kalmamın mümkün olmadığı haberleri bekleyenler haklı olarak sabırsız. Oysa ki ben karar vermek istemiyorum. Öyle salıvermek kendimi serin ve derin sulara, bir sandal olarak hayatıma devam etmek istiyorum. Sandal olmama izin vermiyorlar. Bırakın beni demek istiyorum. Elbet rüzgar beni güvenli yada güvensiz bir kıyıya çıkaracaktır. Yoksa rüzgar benim kararım mı? Fırtına yada meltem. Seçimimin sonucunda uyanacağım geç yada erken. Ohhh my God! böğğğğğğ diyorum kendime, başka bir şey demiyorum. Bu kadar karışıklıkta bu kadar saçmalanır zaten. Daha fazlası da elimden gelir de neyse. Sıkıldım.
Spor yapmanın sadece bir kaç kilo fazlalığını vermek dışında bir çok etkisi var aslında. Etkilerinden bir tanesini yukarıda yazdım zaten. Bir diğerini de bu paragrafta yazayım bari. Konuşacak biri oluyor insanın hayatında. Yani şöyle ki; ben ve spor yapan ben sürekli konuşuyoruz yürürken. Günün envanterini_muhasebeciyiz ya, belli edeceğiz illa_ çıkarıyorsun bir kere. Kendini sorguluyorsun, sonra insanları sorguluyorsun, aldığın kararları gözden geçiriyor, gelecekle ilgili yapman gerekenleri toparlıyorsun, bu arada kendini baya da bir azarlıyorsun. Kavga, dövüş kafandaki bütün sorunsallara kesin olmayan cevaplar bulup dönüyorsun işte. Ohhh rahatlıyorsun.
Bir başka etkisi de halka karışıyorsun. Hani padişah, kraliçe, prenses vs. değiliz tamam da; onlar gibi yaşıyoruz gibi bir his var bende bu aralar. Özellikle arabayla işe gelip giden, fatura işlerini, bankacılık işlemlerini internetten halleden kesimden olarak halka karışmak deyimi tam benlikmiş bu aralar, beynime kan gidince anladım bunu da. Halka karıştım mutluyum. Tikinin biri gezdirdiği köpek yüzünden kadının biriyle çata çat kavga etti mesela dün. Ben aletlerde çalışırken sadece izledim ve kim haklı kim haksız çözmeye çalıştım. Gerçi bir sonuca da varamadım, bence ikisi de kendi davasında haklıydı. Biri köpekten korkuyordu, diğeri minicik, ecişcik, bücüşcük, şekercik köpüşünü gezdirmek istiyordu. Haksızlık sadece ses tonlarındaydı, saygısızlıklarındaydı, ikisi de haketmişti söylenen lafları belki de, bananeydi. Birbirlerine dalsalardı benden başka ayıracak birileri de vardı ama ben de koşardım o ayrı. Birbirlerine bağırıp stres attılar, bir nevi stres topu olarak kullandılar köpekli, köpeksiz olmalı mevzusunu. Halka karıştım derken, olaylara karışmayı kastetmedim zaten...
Aslında bu aralar karışık kafamın ağırlığıyla, bu dünya ve üçüncü boyut arasında gidip geliyorum. Gelecek planlarımı artık daha uzun vadeli, daha garantili yapmam lazım ama bende kadere boyun eğiş teli kopmuş, yapıştıramıyorum. Huzur nerde, ben orda düsturunu benimsemiş bünyeme ağır kararlar verdirmek konusunda kararsızım. Fazla düşünmemeye çalıştıkça çözümsüz kalmamın mümkün olmadığı haberleri bekleyenler haklı olarak sabırsız. Oysa ki ben karar vermek istemiyorum. Öyle salıvermek kendimi serin ve derin sulara, bir sandal olarak hayatıma devam etmek istiyorum. Sandal olmama izin vermiyorlar. Bırakın beni demek istiyorum. Elbet rüzgar beni güvenli yada güvensiz bir kıyıya çıkaracaktır. Yoksa rüzgar benim kararım mı? Fırtına yada meltem. Seçimimin sonucunda uyanacağım geç yada erken. Ohhh my God! böğğğğğğ diyorum kendime, başka bir şey demiyorum. Bu kadar karışıklıkta bu kadar saçmalanır zaten. Daha fazlası da elimden gelir de neyse. Sıkıldım.
15 Mart 2012 Perşembe
İSTANBUL VE BEN
İstanbul ağlamaya devam ediyor. Bu sene kış bitmek bilmiyor, gitmek bilmiyor. Sıkıldık ama artık. ''Misafirliğin kısa olanı makbuldür'' diye bir şey duymadın mı sen kış? Kışştt. Git artık ve bahar gelsin. Can eriğin kilosu 500 TL imiş. Gerçi bu benim pek umrumda değil. Sevmem zaten ama sevenler var tabi. Bütün mesele erik de değil.... Ruh halimizin içine ettin bebeğim yaa.. Git ve güneş göstersin yüzünü. Güneşle buzları erisin umutlarımızın. Tekrar yürüyelim tozlu, sıcak, yapış yapış olarak. Hayat daha kolay aksın buzları çözülünce içimizin. Daha cesur olalım yine verdiğimiz kararlarda. Fazla da önünü arkasını düşünmeyelim.
Yeni başlangıçların zamanıdır aslında. Bahar kırıntıları görünse kararlarım daha bir gözü kara olacak. Hayatı olduğu gibi kabullenmek yerine, vefa borcu gibi insanların yanında kalmak yerine hakkını vermeli yaşamanın. İnsanlar kendi işlerine geldiği gibi, kendi rahatları için çaba harcarken; gereksiz çabaların ne lüzumu var ki?.. Ben artık yeni bir başlangıç yapmalıyım hayatıma dair. Şimdiye kadar aldığım eğitimin, öğrendiklerimin hakkını vermeliyim. Bin bilgiyle bir işte tıkanıp kalacak olduktan sonra ne içindi bunca çaba? Artık hareket vakti. Bu gemi uzun seferlere doğru pupa yelken demir almalı. Gidelim miço. Okyanuslar bizi bekler.
Yeni başlangıçların zamanıdır aslında. Bahar kırıntıları görünse kararlarım daha bir gözü kara olacak. Hayatı olduğu gibi kabullenmek yerine, vefa borcu gibi insanların yanında kalmak yerine hakkını vermeli yaşamanın. İnsanlar kendi işlerine geldiği gibi, kendi rahatları için çaba harcarken; gereksiz çabaların ne lüzumu var ki?.. Ben artık yeni bir başlangıç yapmalıyım hayatıma dair. Şimdiye kadar aldığım eğitimin, öğrendiklerimin hakkını vermeliyim. Bin bilgiyle bir işte tıkanıp kalacak olduktan sonra ne içindi bunca çaba? Artık hareket vakti. Bu gemi uzun seferlere doğru pupa yelken demir almalı. Gidelim miço. Okyanuslar bizi bekler.
15 Şubat 2012 Çarşamba
TEK ŞANSIN VAR
İnsanlar kıymetini bilmezler elindekilerin çoğu zaman. Kendine güvenmediklerinden kaybederler bazen bu dünyada karşılarına çıkan tek şansı. Bazen de beceriksizliklerinden. Karasızlıklarından kaybederler. Dünya çok büyük şansı bir kere verir insanın eline. Onu anlamak, riskini göze almak, mücadele etmek, bir anda karar vermek gerekir. Eğer kaçırırsan rutin hayatının gidişini değiştirme fırsatını da kaybettin demektir. Bazen birinin kaybı başkasının kazancı da olur aslında. İlk başkta kaybettiğimizi sandıklarımız acı verir ama uzun vadede tek kaybedenin başkası olduğunu anlarsın. Lütuf kimdi acaba? Kim kimin şansı ya da şanssızlığıydı? İşte bunu bilmek zor görünür ama en kolayıdır. Kendine güveni olan, emek veren, risk alan kaybetmez hiçbir zaman, sadece kazançlı çıkandır o. Verilmiş sadakası da vardır aynı zamanda. Haketmeyen biri hayatın ona verdiği şansı kaybederken, kazananıdır kaderin. O yüzden çok acıyorum bazı insanlara. Belki birkaç ay yada yıl sonra anlayacaklar kendi beceriksizlikleri yüzünden teptiklerini hayatın onlara verdiği ilk ve tek şansı. Daha kötüsü de var. Bazen de hiç anlayamayacaklar ve ömür boyu o şansı bekleyerek yaşlanacaklar. Çok acı gerçekten...
KIŞ PSİKOZLARI
Biraz macera fena olmazdı... Biraz farklılık. Kışı sevmiyorum. Bir çok insanda sevmiyor bence. Hava bir taraftan karanlık, hayat bir taraftan sıradan... Kışın yaptığımız hiçbir aktivite yok diyebilirim. Alışveriş merkezlerine gidip havasız, fast food kokan, kalabalık, fiyat etiketlerine bakmayı sosyal hayat zanneden insanlardan oluyorum. Benim içim kıpırdamıyorsa bir şeyler almak da zevk vermiyor. Kurkuru bir boğazla, yorgun, sıkılmış eve dönüyoruz. Eee... Sosyalleştik mi şimdi? Dışarı mı çıkmış olduk? Eğlendik mi? ''e şıkkı'' Hiçbiri...
Tabi günü birlik haftasonu kaçamakları yapsak, Uludağ, Abant, Şile... ne bileyim şehirdışı, şehiriçi bir yerlere gitsek!.. Ciddiyim sıkıldım ve bu beni çok yoruyor. İçimden çalışmak da gelmiyor, arkadaşlarımı görmekte... Her yerim ağrıyor. Çünkü insan işten eve, evden işe, evdeyken tv karşısında, haftasonu alışveriş merkezinde olunca dinlenmiyor. Hiç bir şey yapmayıp evde yatsam daha iyi. Daha mı iyi? Yanıldım. Bu da en az haftasonu yaptıklarım kadar sıkıcı.
Ben şunu bilir şunu söylerim arkadaş: Para yaşamak içindir. İstanbul gibi bir şehirde yeşillik görmek için, deniz görmek için, bir bardak su içmek için bile para lazım insana. Hayat standartları da malum. Hele hayat kurmaya çalışıyorsan biriyle hepten dibi boyluyorsun yani. Boğuluyorum...
Tabi günü birlik haftasonu kaçamakları yapsak, Uludağ, Abant, Şile... ne bileyim şehirdışı, şehiriçi bir yerlere gitsek!.. Ciddiyim sıkıldım ve bu beni çok yoruyor. İçimden çalışmak da gelmiyor, arkadaşlarımı görmekte... Her yerim ağrıyor. Çünkü insan işten eve, evden işe, evdeyken tv karşısında, haftasonu alışveriş merkezinde olunca dinlenmiyor. Hiç bir şey yapmayıp evde yatsam daha iyi. Daha mı iyi? Yanıldım. Bu da en az haftasonu yaptıklarım kadar sıkıcı.
Ben şunu bilir şunu söylerim arkadaş: Para yaşamak içindir. İstanbul gibi bir şehirde yeşillik görmek için, deniz görmek için, bir bardak su içmek için bile para lazım insana. Hayat standartları da malum. Hele hayat kurmaya çalışıyorsan biriyle hepten dibi boyluyorsun yani. Boğuluyorum...
14 Şubat 2012 Salı
SORUMLU VE APTAL
Kendi acılarına ağlayamayan bir kadın... Abuk televizyon dizilerine, sinema filmlerine, bir kedinin yağmur altında çöpleri karıştırmasına, bir köpeğin ayağının aksamasına... gözleri dolan kadın. Dünyanın acımasız olduğunu bilerek, kendi için acımasızlığı kabul etmiş, başkaları için kabul edemeyen kadın. Sorgulamaları hiç bitmeyen. Düşünmenin acı verdiğini ve mutlu insanların aslında düşünmeyen insanlar olduğunu farkında ama buna teşebbüs bile etmeyen kadın. Hayatı kendince sırtlamış, yükünü paylaşmayı aklından geçirmeyen, her şeyle tek başına mücadele edip, farkında bile olmayan kadın.
İnsanların hayatını kolaylaştırmaktan sıkılmadın mı kadın? Kim senin için tek bir şey yaptı şimdiye kadar.'' İstemem gerekmez ''diye düşünüyorsun. ''Vermek isteyen verir''. Oysa insanlar çok bencildir ve işlerine gelmeyen somut şeyleri bile görmezken, senin soyut duygularını mı anlamalarını bekliyorsun? Komiksin. Hayır değilsin. Başa çıkabildiğin sürece kralsın, ya sonra!..
Bazen hata yaptığını düşünüyorsun. O yapamaz, ben hallederim deyip yaptığın çok şey var. Oysa senin onlardan ne fazlalığın var? Daha mı güçlüsün? Daha mı sağlam? Daha mı zeki? Aksine insanlar aptala yatmaktan hoşlanırlar. Bu onların senden daha zeki olduklarını gösterir. Sen çabalayıp dururken, kendin için yapmadıklarını başkaları için yaparken bu senin aptal olduğu göstermez elbette ya kıymet bilen de azdır, hafızası kuvvetli olan da. O an için iyisin, en ufak yapmadığın bir şeyde, söylediğin bir lafta kötü. Haa senin prensibin ''iyilik yap, denize at '' dı dimi?.. Balıklar doydu artık. Sonra iyilik yapmak başka, birinin yapabileceği şeyi senin üstlenmen başka. Bırak herkes başının çaresine baksın. Sen olmasanda yaşayacak herkes, sen olmasan da dönecek dünya, sen olmasan da yapılacak o senin kendini paraladığın işler...
İnsanların hayatını kolaylaştırmaktan sıkılmadın mı kadın? Kim senin için tek bir şey yaptı şimdiye kadar.'' İstemem gerekmez ''diye düşünüyorsun. ''Vermek isteyen verir''. Oysa insanlar çok bencildir ve işlerine gelmeyen somut şeyleri bile görmezken, senin soyut duygularını mı anlamalarını bekliyorsun? Komiksin. Hayır değilsin. Başa çıkabildiğin sürece kralsın, ya sonra!..
Bazen hata yaptığını düşünüyorsun. O yapamaz, ben hallederim deyip yaptığın çok şey var. Oysa senin onlardan ne fazlalığın var? Daha mı güçlüsün? Daha mı sağlam? Daha mı zeki? Aksine insanlar aptala yatmaktan hoşlanırlar. Bu onların senden daha zeki olduklarını gösterir. Sen çabalayıp dururken, kendin için yapmadıklarını başkaları için yaparken bu senin aptal olduğu göstermez elbette ya kıymet bilen de azdır, hafızası kuvvetli olan da. O an için iyisin, en ufak yapmadığın bir şeyde, söylediğin bir lafta kötü. Haa senin prensibin ''iyilik yap, denize at '' dı dimi?.. Balıklar doydu artık. Sonra iyilik yapmak başka, birinin yapabileceği şeyi senin üstlenmen başka. Bırak herkes başının çaresine baksın. Sen olmasanda yaşayacak herkes, sen olmasan da dönecek dünya, sen olmasan da yapılacak o senin kendini paraladığın işler...
SEVGİLİLER GÜNÜ
Bugün 14 Şubat 2012. Bugün sevgililer günü. Bugün Allah'ın günlerinden bir tanesi işte. Bugün onu daha çok sevmiyorum. Bugün bir hediye beklemiyorum yada özel bir şey. Bugün de, yarın da, öbür günde onunla birlikte nefes almak istiyorum. Bu bugüne özel bir şey değil. Bir güne özel bir şey değil. Bu onu sevdiğim günden itibaren hissettiğim ve uzun bir süre hissedeceğim bir duygu. Bir günle sınırlamak, sevgililerin doldurduğu, bir güne özel mekanlarda, sevgili yarıştırır gibi, kutlama yapılacak bir şey değil. En güzel hediyemi ben onu tanıdığım gün aldım. Ona da alacağım hediye için özel bir güne ihtiyacı yok benim. İhtiyacı olan bir şey varsa, görüp ona yakıştırdığım bir şey varsa, kendime bir şey alırken ona da almak içimden geçiyorsa alıyorum zaten. Hediye almak, vermek güzel tabi ki ama bence maddi karşılığı olan şeyler değil kalıcı olan. Birinin yanında olduğunu hissetmek, hiç bir zaman yalnız olmadığını bilmek, birini hergün görsen bile yine onu göreceğin için heyecan duymak... Bundan güzel hediye olamaz ki... O yüzden benim her günüm, sevgilimle geçen her günüm sevgililer günüm, her günüm hediye.
1 Şubat 2012 Çarşamba
MUTLULUK PAYLAŞINCA GÜZEL
Bazen iki kişilik oluyor dünya. İstediğimiz gibi yaşayacağımız çok az zamanımız var zaten. Butün hafta çalışıyoruz. Sabah işe, akşam çoğu zaman eve. Bir haftasonu var. O da tamamen senin değil zaten. Cumartesi öğlene kadar çalışıyorsun, bazıları akşama kadar... Adam gibi bir gün kalıyor geriye. Eğer o bir günde de sadece bir kişiyle görüşüyorsan ihmal ediyorsun arkadaşlarını demektir. Yaptığın doğru mu? Değil... Yanlış mı? O hiç değil. Zaman neden bu kadar kısıtlı. Kısacık değil aslında ömür ama sevdiklerine doymak için işte tam da bu yüzden kısa. Peki çözüm ne? İşi gücü bırakamayacağına göre... Pek de bir çözüm yok malesef. Böyle gidecek. Doyamadan gideceğiz sevdiklerimize. Belki de bu yüzden iki kişilik oluyor dünya. Bir sen, bir de sevgili. Çok zamanlar da değmeyen sevgililere feda edilmiştir o değerli zamanlar ya, o da ayrı...
Gerçek bir arkadaş -ki biz ona zaten artık dost diyoruz- yannda oluyor bir şekilde iyi günde, kötü günde. Bazen mesafeler yakın olmasa da, sınırlansa da zamanlar; bir telefon kadar da yakın oluyor aynı zamanda. Gerçek dostlar kızmıyor, kırılmıyor sana. Senin mutluluğundan da zevk alıyor. Sadece sitem ediyor haklı olarak. Zaten ondan daha fazla sitem etme hakkı kimin var ki?.. İnsan kötü günde anlar dostun, arkadaşın kıymetini derler ya... En mutlu gününde de anlıyorsun. Hem belki biraz daha fazla anlıyorsun. Acıya destek tabi ki eşsiz bir şey ama acıyı azaltmıyor. Zamana ihtiyacın oluyor mutlaka. Oysa mutluluk paylaştıkça artıyor, kocaman oluyor.
28/01/2012 benim mutlu günüm. Hep sevdiğim insanlar oldu yanımda. Bazıları olamadı belki ama onların da kalpleri benimleydi. Beni bilen, dinleyen, derdimi sıkıntımı paylaştığım, uzun yıllardır benden vazgeçmeyen, benim de ondan vazgeçmeyeceğim, en yakın iki dostumdan biri olan insan da beni bu mutlu günümde yalnız bırakmadı. Bırakamazdı da zaten. Ben de onu yalnız bırakmazdım çünkü. Bırakmayacağım da.
Daha mutlu olunur mu acaba?
Gerçek bir arkadaş -ki biz ona zaten artık dost diyoruz- yannda oluyor bir şekilde iyi günde, kötü günde. Bazen mesafeler yakın olmasa da, sınırlansa da zamanlar; bir telefon kadar da yakın oluyor aynı zamanda. Gerçek dostlar kızmıyor, kırılmıyor sana. Senin mutluluğundan da zevk alıyor. Sadece sitem ediyor haklı olarak. Zaten ondan daha fazla sitem etme hakkı kimin var ki?.. İnsan kötü günde anlar dostun, arkadaşın kıymetini derler ya... En mutlu gününde de anlıyorsun. Hem belki biraz daha fazla anlıyorsun. Acıya destek tabi ki eşsiz bir şey ama acıyı azaltmıyor. Zamana ihtiyacın oluyor mutlaka. Oysa mutluluk paylaştıkça artıyor, kocaman oluyor.
28/01/2012 benim mutlu günüm. Hep sevdiğim insanlar oldu yanımda. Bazıları olamadı belki ama onların da kalpleri benimleydi. Beni bilen, dinleyen, derdimi sıkıntımı paylaştığım, uzun yıllardır benden vazgeçmeyen, benim de ondan vazgeçmeyeceğim, en yakın iki dostumdan biri olan insan da beni bu mutlu günümde yalnız bırakmadı. Bırakamazdı da zaten. Ben de onu yalnız bırakmazdım çünkü. Bırakmayacağım da.
Daha mutlu olunur mu acaba?
KAR YAĞARKEN
Kar yağarken olması gereken bir insanın tek bir yer olmalı. Kar yağarken dışında pencerenin insan hem huzurlu oluyor, hem biraz hüzünlü. Kar yağarken hayat biraz daha ağır akıyor sanki. Sudan biraz daha ağır. Saçaklar buzlanırdı çocukluğumuzda. Çocukluğumun buz saçaklı kışlarını anımsatıyor. Aşk damarlarında dolaştığı sürece mutsuz olmak imkansızken, bu durgun hüzün neye karşılık gözkapaklarını aşağı çekiyor? Sıcak çikolatam yanımda olmalı. Önce ellerimi ısıtmalı, sonra içimi. Sevgilim yanımda olmalı. Önce ellerimi ısıtmalı, sonra içimi. Sıcak çikolatayla sevgili arasında ne kadar büyük bir benzerlik var kar yağarken.
25 Ocak 2012 Çarşamba
AYRILIK DURUMU PSİKOZLARI
O kadar uzaklaşmasaydı keşke diye düşündü kız. Hani ayrıldık tamam da, böyle kopmak niye? Yine de görüşebilirdik. Hayatında başkaları da olacak tabi!.. Onun iyi haberlerini almak benim için de iyi bir şey! İnsan sevdiğinin iyi olmasını istemez mi hiç?
İşte anlanamayan aptal aşık, saf kız görüntüsü diye düşündü içindeki kızgın kadın. Ölse acaba rahatlar mıyım? Yoksa cesedinin üstünde de tepinmem gerekiyor mu tekrar mutlu olmam için? Bir de mutluluğunu görmenin mutluluğu zırvalarını çekiyorum. Kırsam döksem camı çerçeveyi kendime zarar. Gidip kafasını yarsam bir baltayla -adam yerine koyarlar o soysuzu- hapse girsem yıllarıma zarar. Kendi kendine de geçecek gibi değil ki!.. Öfke nasıl da çaresizleştiriyor insanı. Çaresizleştikçe daha da çok öfkeleniyorum.
Ne saçmalıyorsunuz kuzum siz dedi umursamaz olanı. Bu dünyada ki tek insan değil ya. Hayatımdaki ne ilk, ne son insan o. Giden gider, kalan sağlar bizimdir. Bir süre başka şeylerle oyalanırım, daha çok çalışırım mesela. İhmal ettiğim arkadaşlarımla görüşürüm. Bol bol film izlerim, kitap okurum. Tabi başta biraz boşluk hissedeceğim ama insan nelere alışmıyor ki? Dünyanın sonu benim öldüğüm gün. O zamana kadar da öyle kimse için ölümüne yıkılacak değilim. Biraz dedikodu, biraz tatil, biraz fazla mesainin çözemeyeceği hiçbir sorun yoktur. Bugün var sadece. Geçmişte gelecekte önemsiz. Yolumuza devam edelim.
Hayatta kime güvenilir tam olarak. Hani mutluyduk, seviyorduk. İnsanlar ne kadar kolay yalan söylüyorlar. Kendi inanmadıkları sözleri nasıl bu kadar kolay sarfedebiliyorlar. Nasıl sırtlarını dönüp gidebiliyorlar. Şimdi nasıl başlayacağım tekrar? Nasıl birine duygularımı açacağım? Tekrar deneyecek gücü nereden bulacağım artık. Herkes benim gözümde potansiyel yalancı olmuşken, yalnız bir hayatı mı seçmeliyim acaba? Ne için çalışmalarımız, kim için? Dünya ne kadar mutsuz bir yer. İnsanlar ne kadar da egoist. Yaşamanın ne anlamı var böyle bir dünya da diyordu umutsuz kadın.
Aslında kime kızıyorum? Kim izin verdi kırılmama, yapayalnız bırakılmama? Ne zaman yalnız olmadığıma ikna oldum? Kim izin verdi yıllarımı çalmasına diyordu kendinden başka suçlu bulamayanı... Bu kadar değer verirken; hiç mi düşünmedin kendini değersizleştireceğini? Kimi suçlayabilirsin şimdi? Herkes senin gibi salak mı, ağzından çıkan söz senet mi milletin senin gibi? Hiç dövünme şimdi. Bundan sonra aklını başına topla, kır dizini otur aşağı...
Ve her yıkılış yeni bir başlangıç fırsatı değil miydi? Yeniden düzene koymak duygularını, tekrar hayata sarılmak. Hatalarından büyüdüğünü, daha da olgunlaştığını anlayarak, daha bir risklere açık. Hiçbir şeyin garantisinin olmadığı nı bir kez daha anladığın için daha korkusuz. Kaybederken aslında kaybedenin sadece sen olmadığını bilerek. Güzel anılarla güçlü, kötü her şeyi silerek. Hayatın bir fotoğraf albümü olduğunu düşünerek. Her fotoğrafta farklı bir pozla yaşayarak. Mutlu olmaktan asla vazgeçmeden -ki gülümserken hatırlanarak öldüğünde de-...
Aslolan sensin. Sen yokken neyin önemi olabilir ki senin için?..
İşte anlanamayan aptal aşık, saf kız görüntüsü diye düşündü içindeki kızgın kadın. Ölse acaba rahatlar mıyım? Yoksa cesedinin üstünde de tepinmem gerekiyor mu tekrar mutlu olmam için? Bir de mutluluğunu görmenin mutluluğu zırvalarını çekiyorum. Kırsam döksem camı çerçeveyi kendime zarar. Gidip kafasını yarsam bir baltayla -adam yerine koyarlar o soysuzu- hapse girsem yıllarıma zarar. Kendi kendine de geçecek gibi değil ki!.. Öfke nasıl da çaresizleştiriyor insanı. Çaresizleştikçe daha da çok öfkeleniyorum.
Ne saçmalıyorsunuz kuzum siz dedi umursamaz olanı. Bu dünyada ki tek insan değil ya. Hayatımdaki ne ilk, ne son insan o. Giden gider, kalan sağlar bizimdir. Bir süre başka şeylerle oyalanırım, daha çok çalışırım mesela. İhmal ettiğim arkadaşlarımla görüşürüm. Bol bol film izlerim, kitap okurum. Tabi başta biraz boşluk hissedeceğim ama insan nelere alışmıyor ki? Dünyanın sonu benim öldüğüm gün. O zamana kadar da öyle kimse için ölümüne yıkılacak değilim. Biraz dedikodu, biraz tatil, biraz fazla mesainin çözemeyeceği hiçbir sorun yoktur. Bugün var sadece. Geçmişte gelecekte önemsiz. Yolumuza devam edelim.
Hayatta kime güvenilir tam olarak. Hani mutluyduk, seviyorduk. İnsanlar ne kadar kolay yalan söylüyorlar. Kendi inanmadıkları sözleri nasıl bu kadar kolay sarfedebiliyorlar. Nasıl sırtlarını dönüp gidebiliyorlar. Şimdi nasıl başlayacağım tekrar? Nasıl birine duygularımı açacağım? Tekrar deneyecek gücü nereden bulacağım artık. Herkes benim gözümde potansiyel yalancı olmuşken, yalnız bir hayatı mı seçmeliyim acaba? Ne için çalışmalarımız, kim için? Dünya ne kadar mutsuz bir yer. İnsanlar ne kadar da egoist. Yaşamanın ne anlamı var böyle bir dünya da diyordu umutsuz kadın.
Aslında kime kızıyorum? Kim izin verdi kırılmama, yapayalnız bırakılmama? Ne zaman yalnız olmadığıma ikna oldum? Kim izin verdi yıllarımı çalmasına diyordu kendinden başka suçlu bulamayanı... Bu kadar değer verirken; hiç mi düşünmedin kendini değersizleştireceğini? Kimi suçlayabilirsin şimdi? Herkes senin gibi salak mı, ağzından çıkan söz senet mi milletin senin gibi? Hiç dövünme şimdi. Bundan sonra aklını başına topla, kır dizini otur aşağı...
Ve her yıkılış yeni bir başlangıç fırsatı değil miydi? Yeniden düzene koymak duygularını, tekrar hayata sarılmak. Hatalarından büyüdüğünü, daha da olgunlaştığını anlayarak, daha bir risklere açık. Hiçbir şeyin garantisinin olmadığı nı bir kez daha anladığın için daha korkusuz. Kaybederken aslında kaybedenin sadece sen olmadığını bilerek. Güzel anılarla güçlü, kötü her şeyi silerek. Hayatın bir fotoğraf albümü olduğunu düşünerek. Her fotoğrafta farklı bir pozla yaşayarak. Mutlu olmaktan asla vazgeçmeden -ki gülümserken hatırlanarak öldüğünde de-...
Aslolan sensin. Sen yokken neyin önemi olabilir ki senin için?..
16 Ocak 2012 Pazartesi
FIRTINA
Şu an milyonlarca şey yazabilirim hissettiklerime karşı. Oysa kelimelerin hiçbiri anlatamaz düşündüklerimi. Milyonlarca cümle sıralarım ardı ardına. Konuşma özürlü değilim ne de olsa. Ki severim de yeri geldiğinde çok konuşmayı da, boş konuşmayı da. Şu anda değil. Tek bir şey ki en başında da söylerim bir insanı yeni tanıdığıda, en sonunda da... Oysa pek ciddiye alınmam başında konuştuklarımda. Palavra gibi gelir insanlara. Çok kolay harcarım insanları ben. Öyle bilindik şeylerden hemde. Bir kere uyarırım ama dinlenmek önemlidir çünkü benim için. Ha dinlersin, dinlemezsin senin seçimindir. Çok da dalga geçerim hayatla o ayrı. Ama eğer ben kalleşlikten bahsediyorsam ciddiyimdir. Sırtından vurmaktan bir insanı. Daha vurmadım kimseyi sırtından, vurursam da Allah belamı versin. Ama biri beni sırtımdan vurursa, arkamdan iş çevirirse silerim onu kendime rağmen. Büyük duygularıma rağmen. Bütün dünyadan ayırdığım, yeni bir dünya yaratıp bütün ömrümü adadığım., yeni bir ben yarattığım insana rağmen... Tek bir kalleşlik yeter. Gerisi ömrüme de mal olsa o hayat bende biter. Hiç yaşanmamış, anlamlanmamış bir kül olur sadece. Bir rüzgara bakar dağılması için hayatımdan ki benim hayatımda fırtınalar hüküm sürer.
DENEME
Lapa lapa yağan karın yollara, ağaçlara, arabalara bıraktığı beyaz tabaka sıcacık evlerinde, yanan ocaklarında pişirdikleri bir fincan kahveyi camın önünde içerek dışarıyı izleyen biri için huzurlu bir duyguyken; bir göz oadalı derme çatma evinde temizlikten kazandığı üç beş kuruşla iki minik çocuğuna piknik tüpünün üzerinde kaynakttığı suya bir soğan iki patates atarak hem karınlarını doyuracak çorba yaparken, hem de çatısız, tahta kapısının, tahta pencerelerinin aralıklarından içeri dolan soğuğu bir dem olsun kırmak için çaresizce battaniyenin altında oturan çocuklarına bakan bir annenin korkusunun aynı manzarada bu kadar zıt duygular yaratması dünyanın kimileri için ne kadar mutlu, kimileri için nasıl bir cehennem olduğunu açıklar mı acaba?
O yetinmeyi bilmeyen egolarımızla nasıl bu kadar bencil yaşıyor ve sürekli şikayet ediyoruz şaşırıyorum. Nasıl utanmadan kendimizden düşük insanları görüp halimize şükredecek kadar bencil, har vurup harman savuran insanlara bakıp çaktırmadan kıskanarak kınayacak kadar ikiyüzlü olabiliyoruz. Aynaya bakmadan herkeste bir eğrilik, birçirkinlik buluyoruz. Dün yaptığımız haksızlığa bakmadan bugün haksızlığa uğradık diye dövünüyoruz.
Sen köle benden daha kralsın benim gözümde. Senin sorumluluğun sadece kendine karşı. Bir ülke yönetiyorum ben karnım tok sırtım pek diye düşünme. Binlerce insanın dirliği düzelliği, sonra benim tahtıma göz diken melunların entrikaları. Uyku uyuyamıyorum kuş tüyü yataklarda. Keşke tek derdim açlığım olsa...
Sevginin güvenli kollarından daha sıcak ve daha huzurlu bir uyku olabilir mi bu dünyada? Geri kalan herşey boş bir palavra.
O yetinmeyi bilmeyen egolarımızla nasıl bu kadar bencil yaşıyor ve sürekli şikayet ediyoruz şaşırıyorum. Nasıl utanmadan kendimizden düşük insanları görüp halimize şükredecek kadar bencil, har vurup harman savuran insanlara bakıp çaktırmadan kıskanarak kınayacak kadar ikiyüzlü olabiliyoruz. Aynaya bakmadan herkeste bir eğrilik, birçirkinlik buluyoruz. Dün yaptığımız haksızlığa bakmadan bugün haksızlığa uğradık diye dövünüyoruz.
Sen köle benden daha kralsın benim gözümde. Senin sorumluluğun sadece kendine karşı. Bir ülke yönetiyorum ben karnım tok sırtım pek diye düşünme. Binlerce insanın dirliği düzelliği, sonra benim tahtıma göz diken melunların entrikaları. Uyku uyuyamıyorum kuş tüyü yataklarda. Keşke tek derdim açlığım olsa...
Sevginin güvenli kollarından daha sıcak ve daha huzurlu bir uyku olabilir mi bu dünyada? Geri kalan herşey boş bir palavra.
4 Ocak 2012 Çarşamba
KAHVE ARASI
Bir kahve arası veriyorum bazen. Kendime ait bir onbeş dakika. O sırada kendimle ilgili, işle ilgili, başka herhangi biriyle ilgili düşünmeden, konuşmadan... Bir yazı okuyorum, haber sayfalarına bakıyorum, takip ettiğim bir siteye giriyorum... Bir kahve arası dinlendirici hayattan koparılmış bir zaman dilimi. Hayatımız iş olmuşken; hayat bizden koparılmışken bir an çalıyoruz hayattan işte. Bir kahve arası kadar.
Hayatı adamak bir şeye. Kimisi işine, kimisi eşine, kimisi çocuğuna adıyor ya hani. Kimisi bilime, kimisi okumaya vs... Neden?.. Adanmadan yaşamak mümkün değil mi? Hepsine zaman ayırarak ama kendini arada harcamadan. Yaradılış meselesi. İstediğin kadar sorumsuzluklardan şikayet et, sorumlu bir insansan öyle kalırsın. İstediğin kadar sevdiklerinden darbe ye, sevmeye devam edersin. İstediğin kadar kazıklan çalışırken, kendi işin gibi çalışırsın. Eğer adanmış bir insansan sen yaradılıştan itibaren değişemezsin. Oysa adanmış bir insan değilsen, sorumluluk hissetmediysen kimseye karşı hayatında sürekli, birilerinin yanında ölene kadar olma fikrini düşünmeye bile gerek görmeden kabul etmediysen bir kere bile; bir anlık etki alanına girdiğin için büyük sözler verme sakın. Hem sorumsuzluğun baki kalır, hem de kalleş olursun...
Hayatı adamak bir şeye. Kimisi işine, kimisi eşine, kimisi çocuğuna adıyor ya hani. Kimisi bilime, kimisi okumaya vs... Neden?.. Adanmadan yaşamak mümkün değil mi? Hepsine zaman ayırarak ama kendini arada harcamadan. Yaradılış meselesi. İstediğin kadar sorumsuzluklardan şikayet et, sorumlu bir insansan öyle kalırsın. İstediğin kadar sevdiklerinden darbe ye, sevmeye devam edersin. İstediğin kadar kazıklan çalışırken, kendi işin gibi çalışırsın. Eğer adanmış bir insansan sen yaradılıştan itibaren değişemezsin. Oysa adanmış bir insan değilsen, sorumluluk hissetmediysen kimseye karşı hayatında sürekli, birilerinin yanında ölene kadar olma fikrini düşünmeye bile gerek görmeden kabul etmediysen bir kere bile; bir anlık etki alanına girdiğin için büyük sözler verme sakın. Hem sorumsuzluğun baki kalır, hem de kalleş olursun...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)